Hayat zor. Hele, hani azıcık ucundan şöyle Ortadoğu’ya değiyorsan daha da zor..

Gerekli aşamaları gösteremeyen, aynı kalıplar içinde devinip duran toplumlar, oldukları yere, kala kala en fazla sirke tadı verirler. Artı bir lezzet olarak, artı bir değer katamazlar..

Başkaları tarafından dikte edilene, koşullarına uymaya zorlanan toplumlar, gelişim gösteremediği gibi, zaman içinde kendi özgür düşüncesini de geliştiremez en nihayetinde de kaybederler..

Tabi kişiliklerini de..

Sonrası çorap söküğü..

Başlar adam sendecilik..

Ve o toplumlar insanca yaşam hakkını da ıskalarlar…

Bir hukuksuzluk mu var? Bakar, kendine dokunmuyorsa, susar..

Biri zulme mi uğramış? Sormaz, sorgulamaz. Dayatılan neyse, o minvalde; “E canım ben niye uğramıyorum. Vardır bir şeyi.” der geçer, görmez..

Kutsal çağrıların her türlüsüne uyar da, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” i hatırlamaz. O toktur. İşsiz bir genç aklına gelmez. Okula yemeksiz giden bir çocuk olabileceğini düşünmez de, kendi çocuğuna gösterişli beslenme hazırlamaktan geri durmaz.

Sormaz. Sosyal bir devlette, neden bir çocuk okula aç gelir diye sorgulamaz.

Bu kadar vergi alınıyor. Emekli niye açlık, asgari ücretli sefaletin içinde, demez.

Ona dokunmamışsa, o sorun, sorun değildir.

Sorunsa bile, onun değildir.

Ta ki bir gün kendine değinceye kadar, meseleler mesele değildir.

Bireysellikle, bencillik kavramı öylesine yanlış dikte edilmiştir ki, tüm bunların toplumsal bir sorun olduğunu ancak o toplum çökerken görür…

Bilmezler;

Neredesiniz, ne iş yaparsınız, kaç genç işsiz, kaç çocuk aç, kaçı okulu bırakmış çocuk işçi olmuş.

Ümidi var mı, endişeleri nedir?

Neydi bu insanları bu hale düşüren, bilmezler geçmişlerini, halinizi görmezler..

Sadece kendi ömürlerinin, korunaklı kozalarını örmekle o kadar meşgullerdir ki, haksızlık, adaletsizlik, hukuksuzluk, yoksulluk kendilerini bulmadıkça anlamazlar…

İşlerine de zaten gelmez..

Oysa hepimiz; yeryüzünde, aynı hak ve özgürlüklere doğarız..

Beyinsel meraktan yoksun toplumlar, kendilerine dayatılanlar ve edilen diktelerle yaşarlar..

Sonuç: Kendilerini saçma sapanlığın içinde bulurlar.

Ahlaki, sosyal, toplumsal çöküş deyip duruyoruz ya. Meseleye biraz da buradan bakarsak eğer;

Toplumlar çöküşlerini kendi halklarıyla hazırlar…

Hayır; bu böyle değil, sorun, sorgulayın diyen insanları duymayan

Türkiye'nin toplumsal, siyasal ve tarihsel gerçeklerini öğrenmek, anlatanları duymak yerine, bilmeden yaşamayı tercih edenler, bugün yaşadıklarının mimarıdırlar…

Hala, aynı çukura düşmeye devam mı ederiz yoksa daha çoğumuz yakın tarihimizi okuyup, görmeye mi başlarız.

Sorgulayan, hayır diyen gençlerin, mücadele eden emekçilerin, gerçeği yazan gazetecilerin, aydınların neden hapislerde çürüdüğünü sorgulamaya başlar mıyız?

Bilmem..

Bildiğim tek şey, hayat zor.

Hele, anlamsız didişmelerin hırçınlığında, hırsların, çıkarların beşiğinde sallanıp duruyorsa, hele bu çıkarlara, bencilliklere arkadaşlık gibi, dostluk gibi değerlerde heba edilmişse, daha zor…

Dayatmayla öğretilme zincirini kırmazsak, zorun da zoru olacak…