Maalesef ki incelikli değil; nobran, kırılgan, hüznü ve kederi büyüten zamanlardan geçiyoruz.

Her gün; böyle nasıl gidecek bu hayat sorusunun yorgunluğunu  taşıyor, adeta çaresizliğin nirvanasını yaşıyoruz.

Dokunuyor artık herkese, yıllarca kulak arkasına attığımız; görüp görmezden, duyup duymazdan geldiğimiz ve susarak büyüttüğümüz her şey.

Hayat pahalılığı ve çürüyen değerlerin gerçekliği içinde birbirimize gitgide yabancılaşıyoruz.

Oysa hayat; düşler ve hayal kırıklıkları arasında ne yaparsanız yapın devam eder. Denizler coşar, yağmurlar yağar, kış ilkbaharı karşılar.

Yani hayat; itirazlarımıza rağmen akar. Fakat yaşamlarımız, itiraz ederken kabul ettiğimiz şeylere de döner. İşte böyle zamanlar düşünmeyi de tetikler.

Tarla kuşu ve yavruları tatlı bir Ezop Masalıdır. Gelin birlikte okuyup, birlikte düşünelim. 

Zamanın birinde, yavrularıyla mutlu hayat yaşayan bir tarla kuşu varmış. Yeni doğmuş yavrularına uçma dersi verirmiş. Ama yavrular henüz uçmayı öğrenmemiş bu da tarla kuşunu üzüyormuş. Zira bir zaman sonra, buğdaylar olgunlaşıp sararmaya başlamış. Yakında biçilecekmiş. Bu telaşla anne, yiyecek aramaya giderken yavruları öğütlemeye başlamış:

“Aman, gözünüzü dört açın. Yakında tarla sahibi gelecek. Konuşmalarını dikkatli dinleyip, tarlayı ne zaman biçeceğini öğrenmeye çalışın” demiş.

Ve bir gün yavrular eve gelen anneyi telaşla karşılamışlar. 

Çiftçi ve oğlunun geldiğini, yarın komşularını getirip tarlayı biçeceklerini öğrenmişler. Hemen gitmemiz lazım demişler.

Anne,  “Telaşlanmayın. Çiftçi eğer komşularına güveniyorsa bu tarlayı biçemez. Gitmemiz için daha zaman var demektir” demiş ve yine öğüt verip gitmiş.

Eve geldiğinde yavrular heyecanla; çiftçi ve oğlunun bugün yine geldiğini, komşular gelmeyince, yarın akrabalarla biçeceklerini duymuşlar.

Tarla kuşu gülerek. “Demek yarın da akrabalarına güveniyorlar” demiş, “Siz  merak etmeyin, yarın da biçemeyecekler.”

Anne, uçma derslerini hızlandırmış, yiyecek aramaya devam etmiş.

Yavrular; ertesi gün tekrar gelen çiftçi ile oğlunu yine dinlemişler.

Çiftçi oğluna; “Komşulara, akrabalara güvenmekle hata ettik. En iyisi biz, kendi işimizi kendimiz yapalım. Daha fazla gecikmeden, yarın ailece gelip tarlayı biçelim. Yoksa kuruyan başaklar dökülecek” demiş.

Bu sefer anne kuş telaşlanmış. İşte, iş şimdi ciddileşti. Çiftçi ve oğlu başkalarına değil de kendi güçlerine güveniyorlarsa bu işi başarırlar. Hemen buradan ayrılmalıyız” demiş ve aynı gün oradan ayrılmışlar.

Öyledir. Başkalarına güvenerek iş yapanlar çoğunlukla başarısız, kendi gücüne inanan ve onu kullananlar başarılı olur. Halklar için de böyledir.

Kendi güçlerine inananlar, hep bir kurtarıcı beklemek yerine, kendi kaderlerini kendileri tayin edebilirler.

Gücümüze inanıp, kullanmanın, kaygısız, insanca yaşam için; Muktediriyle, muhalefetiyle bu siyasete ve gidişata artık yeter, söz bizde demenin, ses olup akarak sözümüzü duyurmanın, herkese halkın geçim derdini göstermenin, tıpkı; kuruduğunda dökülecek başaklar gibi, yok sayarak biriktirdiğimiz gerçeklerden düşecek çığın, altında kalmamak için gerçeklere dokunma zamanı gelmedi mi?

Hani bir ayağa kalksak, dokunacağız ve her şey bambaşka olacak…