Tarihin tozlu sayfalarına şöyle bir baktığınızda, kazanan bir savaşa hiç rastladınız mı? Haritalar değişmiş, bayraklar inmiş, bazı isimler “zafer”le anılmış olabilir. Ama gerçekte kim kazandı?

Savaş, sadece toprakları değil, insanlığı da yerle bir eder. Bombalar bir şehri yıkarken, o şehirde büyüyen bir çocuğun hayallerini de yerle bir eder. Top sesleri, bir annenin ninnisini bastırır. Siperlere kazılmış korku, sadece askerlere değil, geride kalan milyonlara da bulaşır.

Gururla anlatılan her zaferin ardında, gözyaşlarıyla yıkanmış sokaklar vardır. Uçamayan kuşlar, kuruyan dereler, susturulan çocuk kahkahaları... Ormanlar yanmış, köyler haritadan silinmiştir. Ve geriye, sessiz bir çığlık kalır: “Neden?”

Bir zamanlar bayram gibi kutlanan günler, artık yasla anılır olmuştur. Kadınlar dul, çocuklar yetim kalmış; büyükanneler dua ederken, gözleri uzaklara dalmıştır. Çünkü savaş sadece ölümleri değil, yaşayanların ruhunu da yaralar.

Hiçbir silah, bir çocuğun elinden alınan mutluluğu geri getiremez. Hiçbir zafer, yitip giden bir insan hayatının yerini tutamaz. Barış, bir tercihten öte, insan olmanın en temel sorumluluğudur. Çünkü gerçek güç; yakmakta değil, yaşatmaktadır.

Gökyüzü kurşun rengi, yeryüzü sessiz,

Ne bir kuş uçar, ne çocuk sesi duyulur.

Zafer sanılan, aslında hüsran,

Savaşın dili yok, sadece feryat.

Barış bir çiçektir, narin ve güzel,

Toprak onu sever, el su verir.

Kıymetini bilsek, sevgiyle baksak,

Dünya harika olur,

yeterki kendi haline bırakırsak.

Savaşa hayır!!