7 Ekim 2023’te Hamas'ın çok yoğun roket saldırısı sonucunda 250'yi aşkın İsrail vatandaşı hayatını kaybederken, İsrail'in resmi olarak Filistin'e savaş ilan etmesiyle, İsrail-Filistin Savaşı başlamış oldu. İsrail'in Gazze'ye düzenlediği karşı saldırıda 232 Filistinli’nin hayatını kaybettiği, binlerce yaralı olduğu duyuruldu. 22 Kasım’da ilan edilen 4 günlük insani ateşkesin ardından İsrail savunma kuvvetleri, ‘Hamas’ın ateşkesin kurallarını ihlal etmesi sonucu çatışmaların artarak devam edeceğini’ duyurdu. Gazze’de saldırılar bölgenin güneyine de yayılarak hızlandı. Son bir haftada İsrail 400 saldırı düzenledi. Kasım ayı sonu itibariyle saldırılarda 6 bin 150 çocuk, 4 bin kadın öldürüldü. Savaşın 61. gününde ölen Filistinli sivillerin sayısının 16 bini geçtiği; okul, cami, hastane ve sivil yerleşim yerlerine 50 bin tondan fazla bomba atıldığı duyuruldu. İsrail‘in Hamas’ı yok etmek için yedek güçleri de silahaltına aldığı duyuruldu.

Hamas-İsrail Savaşı’nı dini, siyasi, jeopolitik yönleriyle ele alıp, sebep ve olası sonuçlarına bakalım:

Çatışmalarının öncesi

Filistin-İsrail arasında cereyan eden savaşların 80 yıllık bir mazisi var. Arap-İsrail çatışmalarının başlangıcı olan 1948 Filistin Savaşı, 1956 Süveyş Krizi, 1967 Altı Gün Savaşı, 1973 Yom Kippur Savaşı, 1982 İsrail’in Lübnan’ı İşgali, 1987-93 İntifada, 2000 İkinci İntifada olarak sıralayabiliriz.

1.Dünya Savaşı öncesinde Yahudilerin Filistin’de bir devlet kurmalarını destekleyen İngiltere Dışişleri Bakanı’nın adının veriliği ‘Balfour Deklarasyo’nun ilan edilmesiyle, İsrail Devleti’nin kurulması yönünde en büyük adım atılmış oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması üzerine Birleşik Krallık, Filistin yönetimini ele geçirmiştir.

Ürdün’ün bağımsızlığını kazanmasının ardından, 1947’de BM’nin 181 Numaralı Kararnamesi ile Filistin toprakları, Filistinliler ve Yahudilere 44/56 oranında bölüştürülmüştür. Bu paylaşımla BM aslında bir çatışma zeminini oluşturmuştur.

Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’daki topraklarının paylaşılmasını öngören gizli anlaşma 1916 tarihli Sykes-Picot’un tekrar gözden geçirilerek din, ırk ve mezhep esaslarına dayalı 30’dan fazla devlet daha ortaya çıkartılması, yakın tarihte kararlaştırılmıştır. Ayrıca Büyük Orta Doğu (BOP), Büyük İsrail Projeleri de peyderpey uygulanmaktadır.

1948 yılında Filistin’e başlayan kitlesel Yahudi göçü sonucu İsrail Devleti kurulmuştur. Bu tarihten itibaren bütün Orta Doğu’yu etkileyen İsrail-Filistin sorunu doğmuştur.

Filistin'de bir Yahudi devleti kurmayı kendisine hedef tayin eden siyasî hareket Siyonizmin gelişimi ve Orta Doğu’ya inmesi ve ilerleyişi, İngiltere’nin öncülüğünde olmuştur. Siyonizmin karşısında Cemal Abdul Nasır bütün Arapları bir araya toplamak için ‘Pan Arabizm’i (Arap Milliyetçiliği) oluşturmuştur.

Öte taraftan Filistin Devleti, 138 BM üyesi tarafından tanınmaktadır. 2012’den beri BM’de üye olmayan gözlemci devlet statüsündedir. Batı Şeria ve Gazze Şeridi gibi bölgeleri kapsayan FKÖ tarafından yönetilen bir otoriteye sahiptir.

Filistin’de İsrail Devletinin kuruluşunu kabul etmeyen Arap Devletleri ve İsrail arasında farklı dönemlerde savaşlar meydana gelmiştir. Her çatışma sonucunda BM Güvenlik Konseyi kararıyla ateşkes ilan edilmiştir.    

Sorunun temel tarafları olarak İsrail ve Filistin akla geliyorsa da Mısır, Ürdün, Suriye gibi Arap ülkeleri ve sorunun çözümüne taraf olan ABD ile bazı Arap devletleri de sürecin parçası haline gelmiştir. Dolayısıyla ‘Orta Doğu Barış Süreci’ (OBS) Araplarla Yahudilerin aynı coğrafyada yaşama sorununa dönüşmüştür.

Konuyu dini, siyasi, kültürel ve jeopolitik yönleriyle masaya yatırdığımızda; Bugün devam eden İsrail-Filistin arasındaki problem temelde Filistin, özelde Kudüs’ün her iki taraf için dini öneminden kaynaklanmaktadır. Kudüs, bugünkü Filistin ve İsrail topraklarının tam ortasında yer almaktadır. Üç semavi din için oldukça önemli anlama sahiptir.

BM karalarına rağmen İsrail halen topraklarını elinde tutmaya devam ediyor. ABD eski Başkanı Donald Trump, Kudüs’ü, İsrail’in başkenti olarak tanımıştı.

Devletlerin tutumu 

ABD Başkanı Joe Biden, saldırıları kınayan bir bildiri yayınladı ve "İsrail Hükûmetine ve halkına her türlü desteği sunmaya hazır olduğunu” açıkladı. Hamas'ın Yahudileri öldürmeyi hedeflediğini belirten Biden, tam desteğini belirtmek için de İsrail’e gitti.

Çin: Körfez bölgesinin bir numaralı ticaret ortağı olan Çin’in Devlet Başkanı Şi Cinping, Gazze’de halkın zorla yerinden edilmesine, temel ihtiyaçlardan yoksun bırakılarak toplu şekilde cezalandırılmasına son verilmesi gerektiğini belirtti.

Rusya: Rus yetkililer, İsrail ve Gazze'de öldürülen sivillerin sayısındaki endişelerini dile getirdi ve çatışmayı ‘ABD'nin Orta Doğu'daki politikasının başarısızlığının açık bir örneği’ olarak nitelendirdi.

Birleşik Krallık: Başbakan Rishi Sunak, “Hamas'ın İsrail vatandaşlarına yönelik saldırıları karşısında şok olduğunu” söyledi. ‘İsrail'in kendisini savunma konusunda mutlak hakkı olduğunu, İsrailli yetkililerle temas halinde bulunduklarını’ belirtti.

Fransa: Cumhurbaşkanı saldırıyı şiddetle kınadı ve "Kurbanlar, aileleri ve sevdikleriyle tam dayanışma içinde olduklarını" ifade etti.  

Almanya: "Gazze'den yapılan füze atışları ve artan şiddet bizi sarsıyor. Hamas'ın bu saldırılarını kınıyor ve İsrail'in yanında duruyoruz" denildi.

Türkiye:  Cumhurbaşkanı, "Türkiye olarak İsrail'de meydana gelen hadiseler ışığında tüm tarafları itidalle hareket etmeye, gerilimi daha da tırmandıracak fevri adımlardan uzak durmaya çağırıyoruz" dedi.

İran: Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, ABD ve Batı’yı İsrail’i tüm güçleriyle desteklemekle suçladı.

ABD İsrail’i neden destekliyor?

350 milyonluk ABD nüfusunun 7 milyonu (%2) Yahudi. Entelektüellerin %45'i, profesörlerin %30'u, üst düzey bürokratların %21'i, hukuk firmalarının %40'ı, medyanın %26'sı, sinema sektörünün yüzde %56'sı Yahudilerin elinde. Yahudi  lobisi, başkan dahil herkes üzerinde etkili.  

Tarafların kuvvetli ve zayıf yönleri 

İsrail: Bölgesel ve küresel aktörlerin desteğinin bulunması, ABD’de etkili olan Yahudi lobisi, Siyonistlerin ve ABD’li ırkçıların coşkulu desteği, ekonomik ve teknolojik imkânlarının çok yüksek bir seviyede olması, düzenli ordu, örnek seferberlik sistemi, üst düzey askeri teknolojiye ve savaş deneyimi sahip olması gibi güçlü tarafları mevcut. 

Hem iç hem de dış politikalarını değiştirmesi için ABD idealistlerinin baskısının artması, Siyonizme karşı olan muhaliflerin giderek çoğalması, uluslararası desteğin azalması, İsrail’in orantısız güç kullanmasına ve yürüttüğü askeri politikalara karşı olan vatandaşlarının bulunması, dinin hükümet üzerindeki etkisini arttıran yargı reformu yasasının yarattığı tedirginlik (Yasayı engellemek için son 8 aydır protestolar düzenleniyor) gibi hassasiyetleri bulunmakta. 

Filistin: Kuvvetli tarafları; Amerikan halkında Filistin lehine ciddi bir mantalite değişimi olması, Yahudiler arasında Siyonistlere karşı gruplar bulunması, uluslararası hukuka göre haklı olduğuna inananların giderek artmasıdır. Zayıf tarafları; 1988’de bağımsız bir devlet olarak tanınmasına rağmen tam bağımsızlığı ve toprakları üzerindeki kontrolü konusunda sorunlar bulunması, hukuki statüsünün karmaşık olmasıdır. 

Kriz bölgesine bakış

Kriz Bölgesi Orta Doğu XX. yy ilk yarısında yaratılan devletlerden oluşmuştur. İstikrarsızlığın hakim olduğu yerdir. Batı zihniyetinin kirlettiği anti demokratik yapı hakimdir.

Orta Doğu Asya, Avrupa ve Afrika’nın düğüm noktası ve dünya enerji ihtiyacının önemli bölümünün karşılandığı bölgedir. Bu yüzden hakim güçler tarafından geçmişte ve günümüzde gizli ve aleni anlaşmalar, planlar, projeler yapılmış ve yapılmaktadır. 1. Dünya Savaşı sonrasında Orta Doğu'da böl ve yönet stratejisi uyarınca yeni devletler yaratılıp, Chuchill’in hıçkırığı ile sınırlar çizilmiştir. VP ve SSCB dağıldıktan sonra, tek kutuplu dünyada hakim güçler tarafından egemenlik hakları kolay çiğnenir hale getirilmiş Irak, Afganistan Suriye Savaşları ve ‘Kadife Devrim’ gibi kulağa hoş gelen Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinin rejimleri ve sınırları hakim güçlerin amaçları doğrultusunda değiştirilmiştir. Bir zamanlar köklü ve görkemli medeniyetin beşiği olan Orta Doğu, emperyalist entrikaların döndüğü coğrafya haline getirilmiştir.

İsrail’in güçlü istihbarat ağı, teknolojik üstünlüğüne rağmen baskına uğraması, incelenmesi gereken bir konudur.

Geçmişten bugüne gerek teolojik bağlar gerekse de Yahudi sermayesinin gücü, İsrail’i hem ABD hem de Avrupalı ülkeler için önemli kılmıştır. Nitekim Filistin’in, sahada ve masada sadece İsrail ile mücadele etmediği, batılı hakim güçlerin bizzat devlet başkanlarının İsrail’e gelmelerinden ve tam destek sağlayacakları husussundaki beyanatlarından, açık bir şekilde anlaşılmaktadır. 7 Aralık itibariyle ABD İsrail’i desteklemek için Doğu Akdeniz’e uçak gemisi, savaş gemileri ve uçak filosu sevk etmesi (CNN) Hamas’ın İran destekli, İsrail’in de ABD destekli olduğu dikkate alındığında, savaş ABD-İran Savaşına dönüşebilir kaygılarını artırmaktadır.

Savaşın ana nedeni

Asıl amaç, Orta Doğu’da ABD çıkarlarını kollayacak ve nihai amacı olan ‘Dünya Devleti’ni kurmada kendisine yardımcı olacak ‘Büyük İsrail’in önünü açmak olarak okunmaktadır.

Savaşın sonuçları olarak; Suudi Arabistan-İsrail yakınlaşmasının askıya alınması, şiddet dinamiği yüksek trajik olaylara emsal teşkil etmesi, savaşa girişmek için kabul edilebilir gerekçelerin bulunmaması, İsrail’in gerek ABD’de gerekse de AB’den destek görmesi, Filistin’e hakça, özgürce yaşayabilecekleri bir siyasi inisiyatif tanımaması, 150 bin rokete sahip olduğu söylenen Hizbullah’ın çatışmaya dahil olması, zayiat ve hasarın ve de bölgede istikrarsızlığın artmasına, çatışmaların uzamasına sebep olacağı, küresel dengelerin bu şekilde devam etmesi durumunda, Filistin’in tezlerini, uluslararası kamuoyuna kabul ettirmesinin pek de kolay olmayacağı görünmektedir.

Bu çatışmada hastanelerin hedef olarak seçilmesi, sivillerin ve hatta çocukların katledilmesi, İsrail’in orantısız güç’ kullanarak imha, göçe zorlama, altyapıları onarılmaz duruma getirmesi, savaş hukukunu bir tarafa bırakalım, insanlık suçu, vahşet olarak değerlendirilmektedir. Askeri alanda kullanılan öldürmeye programlı, düşünsel yeteneğe sahip robotlar bile bu vahşeti işlemez, isyan eder. Çünkü onlar savaş hukukunu tanımlayan, insancıl hukukun çerçevesini çizen 1907 LaHey Konvansiyonu, 1949 Cenevre Konvansiyonlarını dikkate alacak şekilde programlanmışlardır. Bunu ancak askerliğin temeli olan disiplinden yoksun mahkumlardan, eşkıyalardan oluşan, başkomutanını bile öldürmeye kalkan Wagner Grubu gibiler yapar.

Savaşa dair son dikkat çekici gelişmelerden birisi olarak, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres -dünya genelinde nefret söylemlerinin artması üzerine- yaklaşık son on yılda ilk kez uygulanacak, en güçlü diplomatik araç olarak kabul edilen BM Şartı’nın 99. maddesini devreye soktu. 

(Birleşmiş Milletler Şartı’nın 99. maddesi, BM Genel Sekreteri’ne uluslararası barış ve güvenliğin korunmasını tehdit ettiğini düşündüğü herhangi bir konuyu Güvenlik Konseyi üyelerinin dikkatine getirme yetkisi veriyor.)