Erzincan/İliç felaketi sonrası, Kanadalı firmanın ruhsatı iptal edilmiş.

Şöyle yakın geçmiş tarihimize baktığımızda, egemenlerin hiç de değişmediğini görüyoruz.

Değişen tek şey; işbirliği yapanlarla kurbanlar oluyor.

O zamanlardan bugünlere; ne fikirlere, ne de fikirleri üretenlere düşmanlık  değişmemiş.

Geçmişte de nehirlerimizin kıyıları ölümle tanıştırılmış bu gün de, hele ki Fırat.

Velhasıl o günlerde de egemenler aynıymış, bugün de. Tabii insanlık da.

Kıskanç, iki yüzlü, gözü dönmüş, kendine, insanlığa düşman insanların yanı sıra bir o kadar da; duygulu, vicdanlı ve merhametli insanlar var.

Değişen; tüm bu güzel iyi insanlık hallerini öldürmek isteyenlerin çokluğu.

Değişmeyense biz; düşmanlığa yem edilmiş, fikir sahiplerini ve fikirlerini insanlar ölünce hatırlayan biz.

Ölümler oluyor, İnsanlar memleketinde göçe zorlanıyor, sistemin beslediği tuzu kurular sustukça, zulüm daha da arsızlaşıyor ve bir türlü güzel olan şeyler büyümüyor.

Artık kimse; merhametin o sıcak kisvesine bürünmüyor.

Kimse; bu kadar avaz varsa, yanlış giden bir şeyler var demiyor.

Demiyor kimse; bu yanlış kimde ve bakmıyor kendine, belki de bende diye. Ben nerede yanlış yaptım, sen nerede?

Peki ya; eşim, dostum? Bakıyor musun hiç kendine? Demiyor.

Sonunda; duygunun anlamının, sözün gücünün kalmadığı yerde bir halk, böylesi kocaman acılara çarpıyor.

Şimdi; Erzincan/İliç için ne desek anlamsız. Zira; geçmişte kana bulanan Fırat’a, bu gün de zehir akıyor.

Üstelik uzmanlar uyardılar, didinip durdular; “Ölümdür bu, geliyorum diyor” diye. Seslerini duyuramadıkları gibi, suçlu ve düşman ilan edildiler.

Şimdi; havada uçan kuşu, derede yüzen balığı, tarlada başakları, toprağında insanları, ne gelirse önüne yıkıp yakacak bir zehirle çevrelendik.

Dedik ya biz; ölüm olmadan hatırlamayız yanlışı, haksızlığı. Bir tek yıkımlarda hatırlarız. Fikirleri için savaşanların, vermeyiz hakkını. 

Sevgili Mehmed Uzun’un, “Dicle’nin Sürgünleri”nde, tam da Mezopotamya’nın bağrından çıkmış bir atasözündeki gibi:

“Çorbanın sıcaklığı gidince, kepçe beş para etmez."

Göz göre göre gelen ölüme izin verdikten sonra, şimdi ağlasak neye yarar.

Neye yarar şimdi bin bir yazı yazsak. Acı boyunlara halka olup, söz gücünü yitirdikten sonra ses olsak…

Cep dolmuş, cepken dolmuş, alan almış alacağını, at geçmiş Üsküdar’ı, bölge cehennem olmuş, neye yarar şimdi iptal etmek ruhsatı.

Hani diyor ya Yaşar Kemal:

“İnsanoğludur, içinde azıcık insanlık kalmış insanlar da vardır, insanların, her insanın derininde kalmış, az da olsa bir insanlık damarı her zaman depreşebilir.”

Ne dersiniz; bu ders olur mu? Yener mi bencilliği insanın içinde kalan insanlığı? Depreşir mi artık bu toplumun bilinci?

Bilmiyorum, ama tıpkı Mehmed Uzun cümlelerindeki gibi:

“Hayata, hayatlara, dünün hikayelerine, yaşanmış devir ve devranlara ve bugüne sesleniyorum. "Hawar " diyorum, "Hawar!”