27 Avrupa ülkesi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra çıkarılan insan hakları yasalarında değişiklik yapılması çağrısında bulundu. Tarihin en büyük trajedisi olan savaşın ardından insan hakları konusunda Birleşmiş Milletler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi kuruluşlar oluşturularak yeniden aynı acıların yaşanmaması hedeflenmişti. Şimdi ekonomide, siyaset ve uluslararası şirketlerin yarattığı küresel ekonomik eşitsizliğin etkileri hissedilirken, yolsuzluklara karşı da eski etkin yaptırımlar kullanılamıyor. Hukuk alanında da aşınma, insan hakları konusunda hızlı bir gerilemeye yol açıyor.
Son kriz, Avrupa Konseyi'nde yaşanıyor. İnsan hakları konusunda temel metin olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde yeniden yorumlama talep ediliyor. Aylardır süren gerilim, bu hafta doruk noktasına ulaştı. 27 Avrupa ülkesi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulan insan hakları yasalarının göç sorununu ele almada bir engel teşkil ettiğini belirterek, bu yasaların yeniden gözden geçirilmesi çağrısında bulundu.
Tartışmanın kökenleri, Danimarka, İtalya ve Polonya da dahil olmak üzere dokuz AB ülkesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin devletleri üzerindeki egemenliklerini kullanma ve suç işleyen kişileri sınır dışı etme yeteneklerini engellediğini savunan bir mektup yayınladığı Mayıs ayına kadar uzanıyor. "Doğru dengeyi yeniden kurmalıyız" denilen mektupta, "Bir zamanlar doğru olan, yarının cevabı olmayabilir" deniliyor.
Bu hafta ise 27 ülke bu çağrıya destek verdi ancak Fransa, İspanya ve Almanya da dahil olmak üzere bazı ülkeler mektubu imzalamayı reddetti.
Sözleşmenin tarihi, ülkelerin ikinci dünya savaşının ardından bir araya gelerek Avrupa Konseyi'ni kurması ve onu kıta genelinde temel hakların koruyucusu olarak tasavvur etmesiyle başlamıştı. Bu haklar, o zamandan beri 46 ülke tarafından imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde güvence altına alındı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de yargılamayı gerçekleştirip, ihlaller konusunda devletleri uyarıyor.
Eleştiriler de yükseliyor: Politikacılar popülistlerin oyununa geliyor
Uluslararası Af Örgütü, son girişimleri “ahlaki bir geri adım” olarak nitelendirdi.
Avrupa'nın en kıdemli insan hakları yetkilisi olan Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Michael O'Flaherty ise, bu yaklaşımın bazı kişilerin diğerlerinden daha fazla korunmayı hak ettiği şeklinde bir “insan hiyerarşisi” yaratma riskini taşıdığını söyledi.
Bu hafta Guardian'a konuşan Michael O'Flaherty, politikacıların varsayımlar ve yanlışlıklarla dolu "tembelce" kullandıkları dili eleştirerek, bunun ülkelerin insan hakları mevzuatını yanlış bir şekilde hedef almasına yol açtığını belirtti. Politikacıların popülistlerin oyununa geldiğini vurgulayan Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Michael O'Flaherty, buna bir örnek olarak göç ve suç arasındaki "tembelce kurulan ilişkiyi" göstererek, "Bu gerçeklikle örtüşmüyor," dedi.
Bu çarpık algının yaygın olarak dile getirildiğine dikkati çeken O'Flaherty, "Buradaki sorun, toplumda suçluların toplumlarımızda serbestçe hareket etmesine ve sayısız zarara yol açmasına izin verdiğimiz yanılgısını beslemesidir. İnsanların korkmasına şaşmamalı, insanların göçmenliğe sınırlama getirilmesini talep etmesine şaşmamalı." ifadelerini kullandı.
Siyasi yelpazenin her kesiminden politikacıların bu durumda sorumlu olduğunu kaydeden, O'Flaherty, "Olan şu ki, orta yolcu politikacılar bu tembel dili kullanıyor, ancak daha sonra bu, dezenformasyonu aktif olarak desteklemek isteyenler tarafından araçsallaştırılıyor. İngiltere örneğinde olduğu gibi, burada da rakamlar iddia edilenlerle örtüşmüyor. Rakam çok küçük ve herhangi bir modern hukuk devleti için tamamen yönetilebilir. Ve bu davaların çok azı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne ulaşıyor çünkü öncelikle ulusal düzeyde devreye giren tüm denge ve denetim mekanizmaları var." diye konuştu.
Oxford Üniversitesi'nden 'medya' araştırması: Yanlış veya yanıltıcı haberler
Bu görüş, Oxford Üniversitesi tarafından bu hafta yayınlanan ve İngiltere'deki medya haberlerinin, sözleşmenin göç kontrolü üzerindeki etkisi söz konusu olduğunda "çoğu zaman yanlış veya yanıltıcı haberlerle dolu" olduğunu ortaya koyan bir raporla desteklendi. Rapor ayrıca, 75 yıl önce yürürlüğe girdiğinde ilk imzacısı İngiltere olan bu sözleşmenin, iş yerlerinde, hastanelerde ve bakım evlerinde çalışanları koruma ve aile içi şiddet ile modern köleliğin mağdurlarını koruma konusunda birçok farklı şekilde nasıl fayda sağladığını da vurguladı.
"Sözleşme, devletlerin egemenliğine müdahale etmiyor"
O'Flaherty, sözleşmenin artık modernize edilmesine gerek görmediğini belirterek, politikacıların bu çağrısının seçmenler arasında "yanlış bir beklenti" yaratma riski taşıdığı konusunda uyararak, "Bu gerçekten göç akışlarını değiştirecek mi? Bu, insanların Manş Denizi'ni geçmesini engelleyecek mi? Bu, göçmen kaçakçılarının iş modelini mahvedecek mi? Sanmıyorum." dedi.
Ayrıca, sözleşmenin devletlerin egemenliğine müdahale ettiği iddiasına da karşı çıkan O'Flaherty, bireylerin ve ülkelerin ancak kendi iç hukuk yollarını tükettikten sonra Avrupa mahkemesine başvurabileceğini belirtti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin her üye devleti temsil eden hakimlerden oluştuğunu hatırlatan O'Flaherty, "Bu, bir grup yabancı hakimin bize bir şey dayatması değil," uyarısı yaptı.
Starmer ve Frederiksen'in çağrıları ve bunun yarattığı tehlike
Bu hafta Guardian'a yazan İngiltere Başbakanı Keir Starmer ve Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen, popülist sağın yükselişini engellemek için insan hakları sözleşmesinin güncellenmesi gerektiğini savundu .
O'Flaherty bu bağlantıyı da reddederek, "Verilen her bir santim için, bir santim daha talep edilecek. Bu nereye kadar gidecek? Örneğin, şu anda odak noktası büyük ölçüde göçmenler. Ama bir sonraki seferde kimin üzerinde olacak? Başka bir küçük, savunmasız, zayıf, dışlanmış grup bazı popülist entrikacıların dikkatini çektiğinde ne olacak?" sorularını yöneltti.
"Çok, çok endişe verici"
O'Flaherty'e göre, insan hakları konusunda taviz vermek, hukukun üstünlüğünü zayıflatarak nihayetinde bu popülistlerin çıkarlarına hizmet edecek ve " insanlar hiyerarşisi " yaratma riskini beraberinde getirecek. O'Flaherty, bu kavramı, sözleşmenin kökenlerinin İkinci Dünya Savaşı'nın dehşetine dayandığı göz önüne alındığında "çok, çok endişe verici" olarak nitelendirerek, "Sözleşme ve tüm insan hakları sistemi, hayal edebileceğiniz en barbarca hak sahipleri hiyerarşisinden ortaya çıktı; burada sadece bazı insanlar diğerlerinden daha değerli olmakla kalmadı, aynı zamanda bazı insanlar da kökenleri nedeniyle hiçbir değere sahip değildi." hatırlatmasında bulundu.
O'Flaherty, sözlerine şöyle devam etti:
"Evrensel bir insan hakları sistemi, stratejik olarak, bir daha asla o kabus senaryosuna düşmememizi sağlamak için inşa edildi. Şu anda orada değiliz, elbette değiliz. Ancak, izleyeceğimiz yolların, her ne kadar kasıtsız olsa da, nihai sonuçları konusunda çok dikkatli ve temkinli olmalıyız."





