Financial Times’da Stuart Kirk’in sayıların umursanmaması üzerine yazdığı yazıda, Türkiye’de de sıklıkla görülen "pahalılık" gibi algı değişimlerinin tüm dünyada olduğunu anlattı. Sayıların gerçek ya da farklı söylenmesine kimsenin aldırmadığına vurgu yapan yazar, verilerin önemine işaret etti.

Kirk’in yazısını Ekonomim aktardı:

“Bir kariyer analisti ve köşe yazarı olarak, rakamların içinden yaratıcı değerler çıkarmak için türlü yöntemlere başvurdum: abarttım, kıvırdım, çarpıttım. Ama daima hesaplarımı bir kenarda tuttum; olur da bir editör ya da denetçi kapımı çalarsa diye. Ve vicdanım rahattı: her sayının arkasında bir araştırma, bir aydınlatma arzusu vardı - ne kadar seçici ya da çileli olursa olsun.

Ama şimdi düşünüyorum da: Ben ne safmışım. Çünkü artık kimsenin sayılarla ilgilendiği yok. Ne siyasetçiler ne yatırımcılar ne seçmenler... Gerçek veriler göz ardı ediliyor, rastgele olanlar baş tacı ediliyor.

Mesela çarşamba günü öğrendik ki Trump’ın yeni vergi düzenlemesi yüzünden ABD’nin borcu önümüzdeki 10 yılda 2,4 trilyon dolar artabilir. Evet, trilyon. Bu rakama kadar saymak 32 bin yıl sürerdi. Ama kim takar? ABD hazine tahvili getirileri düştü ve insanlar Indiana Pacers maçını konuşuyordu.

“10,5 milyar sterlin kimsenin umurunda değil”

İngiltere’de ise geçen hafta kamudan özel mülkiyete geçen bir banka nedeniyle oluşan 10,5 milyar sterlinlik zarar kimsenin umurunda olmadı. 105 milyar da olabilirdi, 10.5 sterlin de...

Eskiden sırf eğlencesine şöyle hesaplar yapardım: Mesela NatWest bankasının yöneticileri geçen yıl gelirlerinin %27’si yerine %15’ini maaş olarak alsalardı, hazine tam da veraset vergisiyle 5 yılda toplamayı planladığı 1,8 milyar sterlini kurtarabilirdi.

Ama artık neden uğraşayım ki? Covid döneminde İngiltere hükümetinin başarısız “test ve takip” sistemi için harcadığı 37 milyar sterlin bile kimseyi yerinden oynatmadı. Maliye Bakanı Rachel Reeves haftaya bütçeyi açıklarken dilediğince harcayabilir.

Genellikle yalnızca çok büyük ya da çok küçük sayıların anlaşılması zor denir. Evrenin yıldızları, piyango kazanma ihtimalleri gibi... Oysa Amerikalılar Mega Millions ikramiyesini kazanma şanslarının 300 milyonda bir olduğunu gerçekten anlasalardı, o bileti almak için markete yürüyene kadar milyon kez araba çarpması gerekirdi.

Trump’ın yanlış verileri

Ama bugün boyutu ne olursa olsun, hiçbir sayı sorgulanmıyor. Donald Trump ilk kabine toplantısında “Her yıl fentanilden 300 bin insan kaybediyoruz” dedi. Oysa Eylül 2024’e kadar olan 12 aylık dönemde bu sayı yaklaşık 55 bindi.

Geçen pazar günü Ukrayna drone’ları 40 mı yoksa 12 mi Rus bombardıman uçağını vurdu? Kimse fark etmedi, önemli de değildi.

“Sayabildiğimiz” küçük rakamlar konusunda bile dikkatlilik yok. Çarşamba günü, zayıf gelen istihdam verisinin ardından Trump, “Çok geç Powell, artık faizi İNDİRMELİ. İnanılmaz!!! Avrupa dokuz kez faiz indirdi!” diye yazdı. Oysa Avrupa Merkez Bankası o tarihe kadar yalnızca yedi kez faiz indirmişti. Yedi, sekiz, dokuz… Kimin umurunda?

Küresel vicdansızlık! Ya açlıktan ya da vurularak ölmek... Küresel vicdansızlık! Ya açlıktan ya da vurularak ölmek...

Oysa ben geçmişte, faiz kararlarını tahmin etmekle görevli sayısız sabit getirili menkul kıymet uzmanıyla çalıştım. Ne boşa kürekmiş!

“Her şey pahalandı”

Bir keresinde Stephen Fry ile sayı yetersizliği (diskalkuli) üzerine konuşmuştum. Bu kadar parlak bir beyne sahip biri olmasına rağmen, sayılarla ilişkisi hep zordu. “Altılarla dokuzlar gözümün önünde dans ediyor,” demişti.

Sanırım artık hepimizde biraz diskalkuli var — ama Stephen’ın farkındalığı olmadan. Ya da belki sadece sayılarla ilişkimizi çoktan kaybettik. Kaç kişinin cep telefonu numarasını ezbere biliyorsun mesela?

Ama mesele bu da değil. Sayıları anlayıp anlamamak değil, artık umursamıyoruz. Belki de bunun nedeni, bir şey doğrudan bizi etkilemedikçe, sayılar hep “bir şeylerin göstergesi” olarak kalması. Japonya’nın kamu borcunun GSYH’ye oranı %200 mü, %300 mü? Fark etmiyor… Ta ki fark edene kadar.

Bu yüzden, on yıllar süren ekonomik büyümenin ardından politikacılar ya da yapay zekâ girişimcileri en uçuk rakamları rahatça söyleyebiliyor. İnsanların yaşam maliyeti krizine tepkisi “Her şey pahalandı” oluyor. Ama ne kadar pahalandı, reel ücretlerle ilişkisi ne — bunlar sadece “gürültü”.

Sayılara yeniden değer versek mi?

Risk şu: Sayılara ancak iş işten geçtikten sonra yeniden değer verir hale geliriz. Enflasyon %15 olduğunda — çünkü gerçekten %15’tir! Ya da göçmen sayısını ikiyle çarpıp yanlış bilgi yaydığımız için yeterince vasıfsız işçimiz kalmadığında...

O yüzden, sayılara yeniden değer versek mi? Söz, önce ben pensemi çöpe atacağım.”

Kaynak: igf