Öyle bir zaman içindeyiz.. Öyle insanlar var ki.. Yalan söyle söyleye.. Ve avuta avuta yalan söylediklerini.. Et ve kemik gibi, yitirerek gerçekliklerini, geçmişler iç içe.. Ve öyle insanlar var ki.. 'Haysiyet', 'Şeref' gibi duygu kayıtlarının farkında bile olmayan.. Ama, Sadece saf gerçekliğin konuştuğu dilden dökülenler yüzlerine çarptığı zaman.. Kibirlerine dokunulan, Bir gurur abidesi içinde, kendilerinden geçecek kadar dolu dizgin bir hiddette kapılan.. Evet.. Tam da.. Sizden.. Benden.. Bizlerden.. Ve bizlere heba edilmeyi reva görenlerden.. Baştakilerin; gösteriş ve bürokrasi sonucunda cezalandırdığı toplumdan bahsediyorum.. Çünkü onlar azlar.. Ve azlar daima tepeden bakarlar.. Tüm halk, varoluş gerekliliği ile sorumluluklarını yerine getirerek sabah- akşam çalışıp dururken.. Bir güç etrafında; hemen hemen son derece kendine benzer düşünen üç beş grup insanın.. Sorgulanmayan.. Hesabı sorulmayan hayatların sahiplerinin.. Sadece 'yaşamı' savunan ve iyi işler yapmak isterken; Suruç'ta, Ankara’da garda, can veren gençlerin.. Geride kalanların da cezalandırıldığı Bizlerden.. Dünyanın geçiciliği Gökyüzünün sonsuzluğunu Okyanusların denizlerle buluştuğunun farkındalığını Bilen bizlerden.. Hani, bazen; ne desen, nasıl ifade etsen bilemezsin.. Hani.. Çünkü, dile ne şekilde dökülürse dökülsün basit kalır ya yanında.. Hissettirilenler.. İşte böyle hisseden bizlerden.. Halkın içine hapsedildiği vurucu gerçekliğinden bahsediyorum.. Bir tesadüf sonucu muydu? Bilinmez.. Fakat gerçekler de değişmez.. Halk; bundan onlar yıl önce.. Toplumsal dinamiklerin sancılı olduğu bir süreçte.. Oluşan boşlukta.. Bir şeylerin değişmesini istediği bir zamanda.. Bir seçim yaptı.. Ve on yıllardır seçiminin diyetini ödüyor.. Eğer bu diyet, kesip atılacak bir kolsa, atıldı.. Silkelenip fırlatılacak yaşamlarsa, fırlatıldı.. Ne hayatlar kaldı.. Ne hayaller.. Ne de incelikli umutlar.. Bir nefes alma treni var yetişmeye çalışılan.. Başka da bir şey kalmadı yaşamdan beklenilen.. Kırıldık bir nar gibi.. Kanayarak.. Dağıldık.. Şimdi.. Dağıldığımız yerlerde çoğalma vakti değil mi? Biz.. Gerçekleri gördüğümüz.. Sorguladığımız için yaşamı.. Ve duymakla, bizden olsun olmasın insanın acısını.. Savunarak; özgür ve eşit bir yaşamı.. Cezalandırılmadık mı? Evet.. Şimdi tam da Kırılıp.. Dağıldığımız noktada.. Çoğalmalıyız.. Çünkü.. Şimdi bizleri; Fırlatan.. Ellerindeki güç sarhoşluğuyla bir adım ötesini bile göremeyecek kadar kibre ve hırsa batan.. Battıkça yalanlara sarılan.. Sarıldıkça yalandan bir dünya kuran.. Kurdukları sahte dünyada Muktedirliklerini devam ettirebilmek için.. Toplumum gerçeklik algısıyla oynayan.. Tüm algılar için şiddetten ve korku ikliminden beslenenlerinde.. Saçıldı her şeyi ortalığa.. Pek.. Bu sefer; duyacak, görecek miyiz? Yoksa yine bir kabulleniş öyküsü içinde.. Figüranımı olacağız hikâyenin? Halk; Derin yoksulluk içinde.. Gençlerde gelecek dinamizmi kalmadı.. Hayatlar parçalandı.. Evine bir parça aş götüremeyen babalar, intiharlara yöneldi.. Sanatçı linç ediliyor.. Sanat tarumar.. Eğitim, sağlık el tutulamaz, ulaşılamaz yerlerde.. Sistem içinde gitgide çöküyor.. Ne yargı.. Ne bağımsızlığı.. Hukuk kör-topalda olsa.. Artık işlemiyor.. “İstanbul sözleşmesi yaşatır" diyen gençler darp edilirken.. Bombalarla canlarını yitiren aileler anmalarda gözaltına alınıyor.. Bir tek; Bir kez, bir seçimin sonucunda erke ulaşanlar.. Bu erkte güç sarhoşluğu içinde.. Korku iklimini yaratanlara dokunulmuyor.. Peki, nereye kadar? Daha ne kadar? Ne olmalı artık? Bir gecede; Birileri milyonlarına milyon katarken.. Bizler bir anda daha da fakirleşmişken.. Sen vergilerle çarmıha gerilmişken.. Birileri vergi cennetlerinde mülk edinirken.. Neyi bekleyeceğiz daha.. Çalınmayan ne kaldı hayatımızda.. Ne demişti Sabahattin Ali: “Şu dünyayı adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz? Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa: 'Dünyada neler gördünüz?' herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki..." Durdukça kaybediyoruz istikbalimizi.. Ve sustukça aklımızı.. Hiçbirimiz, bir diğerimize içimizde gizliden gizliye büyüyen.. Korkuyu söylemeye cesaret edemiyor.. Sistem bizleri, bir mavzer kurşunu gibi çarptıkça daha da dibe yapıştırıyor.. Oysa.. Kırıldık biz nar gibi.. Ve dağıldık.. Dağıldığımız her yerde yeniden büyüyüp.. Çokça Ve hakça bir yaşam için Ellerimizle birlikte korkularımızı da birleştirip.. Çoğalmalıyız.. Her tarafımızdan yavaş yavaş çekilen hayatı.. Biz halkı avutanları.. Daha ne zamana kadar görmezden geleceğiz.. Ortalığa saçılmışken tüm kirlilikler.. Yeni bir farkındalık yaratıp görecek miyiz? Görüp.. Birlik içinde.. Kuvvetli bir sevinçle.. Çoğalıp, var olduğumuzu gösterecek miyiz? Yoksa.. Sahi.. Yine mi görmezden geleceğiz?  

Editör: Ömür Ünver