Gerçek ve devasa bir sorunun, sağlıklı gıdaya erişimin tükendiği noktada açlığın tam ortasındayız.. Beyin göçü zirvede, ekonomik, toplumsal ve sosyal kriz büyüyor iniyor derinlere.. Ötekileşme, kutuplaşma yetmez gibi nefret dili, siyasilerden topluma evrildi.. Göçmen sorununu insan hakları çerçevesinde çözmek yerine, öfke ezilenden ezilene pompalanıyor ve sürükleniyoruz geri dönüşü olmayan ciddi bir pogrom içine.. Öte yandan; hani memleket için kim kafa yorsa, soluğu alıyor demir parmaklıklar arasında.. Öyle bir iklim ki, hukuk kurallarını zorlayan öfke hakim havada.. Bir yer ki, yoksulsan yaşama hakkı bile haram, adına yaşamak dediğimiz bu diyarda.. Bi müphem hal her başta.. Sap karışmış, uçmuş saman. Kirli, puslu havada nerede olduğumuzu göremiyoruz.. Vicdanlar zıpkın yemiş, mücadele kültürü yara almış, tutulan eller bırakılmış, dayanışma küçülmüş.. Yalan taht kurmuş, gerçek kovulmuş, doğru hüsrana uğradıkça aldatan taç büyütmüş.. Sevmeler unutulmuş, ihanet; kazanç, başarı, sadakat saflık olmuş.. Oysa; Hatasını görebilen ve bir şeyler değişsin diye çabalayan olmak ne büyük bir saygıdır insanın kendine.. Öyle ya.. İnsan karakterini belirleyen hiç hata yapmaması değil, hatadan sonraki duruşudur.. Ne oldu bize.. Neden hatada ısrardayız.. Bir ikilik havada, bizden olmayanın, ne çığını görüyor, ne çığlığını duyuyoruz.. Ama, Kendi dağımızı alınca sis duman, bir feryat, sesimiz duyulsun istiyoruz.. Unutuyoruz; duymadığımız, görmediğimiz insanların hayattan aktığını, sesimizi duyacak bir kulak kalmadığını, duyanları kaybedince anlıyoruz.. Üstümüzdeki korku cehennemi yetmez gibi, kendi yarattığımız cehennemler de başka başka.. Unuta, çarpa, dura.. Sanattan, insan yanımızdan kopa kopa.. Karın doyurmayı yaşamak sana sana.. Toplumca linç kültürüne savrulduk.. Kaybolduk.. Uzaklardaki gökleri arar olduk.. Sevdiğimiz ne varsa; Şiirleri, şehirleri, bir bir unuttuk. Alıp sessizliğimizi koynumuza, ruhu kaybolmuş sokaklarda, notaları kırık, dizeleri parçalanmış ezgilerle yürüyoruz... Adına yaşamak diyoruz.. Hayat tehditler savururken, çığlıklara çarpıyoruz.. Açların.. Ötekinin.. Savaş sebep, sonuç mülteci olan göçmenlerin.. Zeytin yapraklarının, Fırat’ın, Dicle’nin, Karadeniz’de derelerin.. Çığlıklarına.. Sessizliğimizi; solgun, ölgün lamba ışıklarında, kederli yüzlerle, gelmişe geçmişe söverken bozuyoruz.. Fırtınaların ürküttüğü gözlerle, hareli ve tembel gözyaşları döküyoruz.. Adına yaşamak diyoruz.. Hepimiz birer avız, öldürülmüyor, gözetleniyoruz.. Daha ne kadar acıyı çekebiliriz diye test ediliyoruz.. Şöyle bir tutam umutla mavi bir ufka bakma zamanı, mutluluk kapı araladı desek.. Heves kursakta, avcılar tepemizde.. Yine bitkin, perişan, üzgün bir cehenneme sürükleniyoruz.. Adına yaşamak diyoruz.. Büyüdükçe büyüyen hüzünler içinde, hakikat gittikçe küçülmekte.. Ama be canım kardeşim; Tüm bu yoksulluğa, haksızlığa, usulsüzlüğe, hukuksuzluğa çıkacakken sesimiz, Öfke olup ötekinin patlıyorsak ensesinde, olmadı kendimize, baktık yetmedi birbirimize.. Hani, suçun yarısı da bizde.. Ahh bir uyansak bu hatalardan, kaldırsak başımızı kan uykulardan.. Ne kendimize yüklensek ne ötekine.. Bıraksak öfkeyi olması gereken yere, sisteme.. Siyasetçilerin akla zarar üsluplarına prim vermesek, Siyasetin doğru diye dayattığı yanlışları beslemesek.. Hani, nefes alıyoruz diye, yaşadığımızı sandığımız bu yerde.. Kaygısız, korkusuzca yaşasak.. Ahhh bi uyansak, silkelenip kalksak.. Hayatı insanca yaşasak.. Hı, güzel olmaz mı? Velhasıl canım kardeşim.. Suçun çoğu onlardaysa, birazı da değiştirmeye çalışmayan bizde.