Ülkenin iyi yönetilmesi demek sadece hangi işleri nasıl, ne zaman yapılacağına karar vermek anlamına gelmiyor.
Yapılan işleri nasıl ve ne zaman değiştireceğini bilmeyi de gerektiriyor.
Geçmişte de günümüzde de yönetenler, ülke olarak hangi konularda iyi olduğumuzu bildiklerini sanmışlardır; genelde de yanılmışlardır.
Hatta hangi konuda iyi olmadığımızı belirlemede bile yanılmışlardır.
Gerçek anlamda konumumuzu bilmek içinse, güçlerimizin ve zayıflıklarımızın farkına varmak gerekir.
Bunları ortaya çıkarmanın yolu ise geri bildirimleri önemsemekten geçer; kaynağı neresi veya kim olursa olsun...
✱✱✱
Kritik kararlar alıp; ardından “Benden sonrası tufan...” diyerek bakkal dahi yönetilemez.
Bir sonuç beklentisi ile atılır o adımlar...
Fakat bizde sonuçlar, ekseriyetle haftalık manşeti değiştirecek kadar önemseniyor.
Zira her uygulamada, o kararın tahmini fayda ve zararları not edilmiş olsa, herşey değişir.
Hatrı sayılır bir süre geçtikten sonra planın umulduğu gibi sonuçlanıp sonuçlanmadığına bakılır. Kaç planda hedef tutturulmuş, kaçında çakılmışsa; planlama ve karar alma gibi becerilerin işleyip işlemediği anlaşılır.
Kaldı ki geri bildirim analizi kavramı da öyle literatüre yeni girmiş değil; 14. yüzyılda bulunmuş. Yönetme işine profesyonel yaklaşan her idareci, her kurum ya da kuruluş kullanıyor üstelik. Basit ifade ile, performansa yönelik değerlendirme sistemi diyebiliriz.
Çünkü hem yönetende hem de yönetilende asıl güçlü yanlar neler, onu gösteriyor.
Bizim yönetilenimiz, ülkemiz..
Ülke üzerinde yapılan, yapmakta başarısız olunan şeyleri; güçlerin tüm faydalarından yoksun kalmaya sebep olan engelleri; performans gösterilemeyen alanları açığa çıkarıyor.
✱✱✱
Artık ülke keyfi uygulamalara mahal veremeyecek kadar hassas bir duruma geldi.
Sağanak zamlar, enflasyon, işsizlik, liranın değer kaybı, alım gücünün azalması, kısıtlı kaynak ve olanaklar...
Bu yüzden kendini beğenmişlik, hangi alanda bizi yetersiz kılan cehalete sebep oluyorsa keşfedilmek zorunda!
Elbette ne insanoğlu ne de insan eliyle hayata getirilmiş kurumlar kusursuz değil; ama ne yazık ki belli bir alanda ustalaşmış kişiler, diğer alanlardaki bilgiyi küçümsüyorlar.
Oysa parlak zeka, istediği kadar parlasın, bilginin yerini tutamaz.
Kullanacak akıl yoksa zekayı neyleyim?
Ama akıl varsa eksiklikler olsa da bilgi ve becerilerdeki boşluklar doldurulabilir. Anlayacağınız, başarısızlıkları düzeltmek de kendini güçlendirmekle eş anlamlıdır. Uygulamaya konan kararlara ilişkin beklentileri, sonuçlarla karşılaştırmak; ne yapmamak gerektiğini tespit etmek de güçlenmektir.
Planı uygulamaya ne zaman son vereceğini bilmek de öyle...
✱✱✱
Hiç bir yetenek ve beceriye sahip olmadığımız, ve vasat olma şansımızın dahi olmadığı çok alan var.
Aynı biçimde “yeterli”yi “süper” yapma olanağımız bulunan da...
“Yeterli” olanı, ilerletmek daha kolay olmasına rağmen; biz, “yetersiz” olanları biraz cilalayıp vasat hale dönüştürmeye çalışıyoruz.
Yetersiz ve vasata öyle alıştırılmışız ki; yeterli olanı talep etmeye teşebbüs de edemiyoruz. Enerjinin, kaynaklar ve zamanın “yetersiz”e harcanmasına göz yumuyoruz.
Böyle böyle asırlık zeytinlikler katlediliyor; refüjlere dikilen sağlıksız fidanlara razı geliyoruz. Paramız 18 liradan 14’e düştü diye halay çekiyoruz.
Çevrimi içi eğitimi makul sayıp, çocuklarımızın kayıp iki yılını kabulleniyoruz.
Yasaklar kalktı, azıcık ticaret dönüyor diye üç yılda kaybettiklerimizin üzerine çizik atıyoruz.İstanbul Sözleşmesi’nin kalkmasını hazmediyoruz.
Yüzde otuzluk kitlenin toplumu uçuruma sürükleyen inadını mazur görüyoruz.
Sesi gür çıkan troller karşısında tevazu gösteren, biz yüzde yetmiş; acaba içten içe vasat mı seviyoruz?
Editör: Ömür Ünver