Başlayan ama yaşanmasına izin verilmeden öldürülen öykülerin dünyasında, tanıdığımız ölüler hayatımızdaki canlılardan çok..
“Unutursak kalbimiz kurusun” diyor ama unutuyor, nefes almaktan öte gidemeyen kurumuş kalplerle dolaşıyoruz..
“Gidenler ölmediler, yaşıyorlar, yüreğimizdeler” diye haykırıyor, sadece an’malarda hatırlayıp gün akşama evrilmeden unutup kendimizi rutinlerimiz içinde buluyoruz..
Geriye gidenlerin öykülerinin vardığı sonuç, öyküleriyle birlikte katledildikleri kalıyor. Zira insan tek bir hayat yaşar, sadece tek bir tane. Onlar bu tek hayatı bile yaşayamadan vurulanlar..
“Düşleri düşlerimiz” deriz ya hani, gerçekten öyle mi? Hepsi hepi topu bir avuç insan kaldı düşlerin ve düşlerinin peşinde koşan ve hayalleri için dirençle yaşayan..
Tehlikede olduğunu hisseden herkesin, hayatta kalabilmek için terk ettiği ilk şey düşler ve düşleri oldu. Öyle ki, dişle tırnakla can kurtarmak dayanışmanın önüne geçti..
En şiddetli beklentinin, kendini en kötüden sakınmak olduğu bir yaşamla herkes, kalabalıklar ortasında güvensiz ve tekinsiz tek başına kala kaldı..
Evet, Suruç’ta katledilen düş yolcularından bahsediyorum. Hani, 10 Ekim’de Diyarbakır’da katledilen canlardan. Ve yazmakla bitmeyen ölümlerden..
İşte tam da böyle günlerde "hayatın anlamı" üzerine daha çok düşünüyor insan ve sorguluyor elbette; sevgileri, aşkları, direnişleri ve dostlukları, idealleri, güven bağlarını..
Öyle ya, çünkü her şey birbiri içinde. Güven kırılmaları da..
Düşünüyor insan; hangi zaman geri verebilir ki şiddetin ve nefretin pençesinde savrulup giden bu hayatları?
Hangi rüzgar geri getirir özlemle kör olmuş ana yüreklerine evlat kokusunu. Geri verir mi hiç zaman; dostlukları, yiten arkadaşlıkları..
Düzen ve güven. Ahhh ne kadar ürkütücü iki şey..
İşte böyle zamanlarda sınanıyor; aşklar, sevgiler, direnişler, ilişkiler..
Biliyorsun, düzen içinde kaybolan insanlara güven olmaz, bir rüzgar çıkar ve sürükleyebilir hepsini ama öte yandan biliyorsun ki “güven” duyulmadan yaşam da olmaz..
İdealar olmadan amaç olmaz, amaç olmadan gelişim. Aşk olmadan yaşam anlam bulmaz, sevgi olmadan nefes alınmaz..
Böyle zamanlarda; unutan, unutulanlar, direnen, direnmeyenler, yılgınlığın pençesinde pes edenler, düşmeden yenilgiye direnç büyütenleri..
Düşünüyor insan işte. Hani, her şey bir düş’le başlıyor ya. Hani atıyor ya yaşam, ezgili bir yürek gibi..
İnsan, düş’leri için mi yaşamalı yoksa güvenli sığınaklı bir yaşam için mi?
Bir bir soldurulurken hayaller, yarım bırakılırken öyküler, tırpanlanırken umutlar, insan yine de düş yolcusu olabilir mi?
Ve geride kalanların düş’ünden bile düşüyorsan koparılınca dalından, büyüttüğümüz güven bağları neye yarar?
Sorguluyor insan işte, tam da böyle günlerde her şeyi ve yaşamın anlamını. En çok da can kırıklarını, koparılmış güven bağlarını..
Sevgilerinden, barıştan, elindeki oyuncaklardan vurulan 33 düş yolcusunun adalet nöbetinde, desteğin ve kamunun zayıf kalışını..
Hala yerini bulmayan adalet karşında direnen bir avuç insanın yalnız bırakılışlarını..
Sorguluyor insan işte, vicdanları kopan güven bağlarını..
An’malardan öteye, hayalleri yaşatmaya varmalı yollar..
Ve adalet için çarpmalı kalp, haykırmalı vicdanlar..
Yitenler, ancak o zaman düştükleri yerde, düş’lerinde yaşayacaklar..
Editör: Ömür Ünver