Sarı yaseminlerle, duru ırmaklar arasında dibi balçıklaşmış bir göl ortasındayız.. Debelendikçe daha çok battığımız.. Eyleme dökülmeyen düşünce nasıl ki söz öbeklerinden öteye gidemiyorsa, hamleye dönüşmeyen hareketlenmelerde bizi; ne sarı yaseminlerin olduğu o naif yıllara döndürüyor ne de ucu denizlere dökülen, duru akan ırmaklara.. Kederlerin gözlerle buluştuğu, acıların yoksullukla sarıldığı hiçlik dolu duraklarda, yalnızlıklarımızı  öfkeye teslim ediyoruz.. Açız, yoksuluz böyle gitmez diyoruz.. Karşımızda: “yapacağız”, “edeceğiz”, “değiştireceğiz”ler.. Sıkıldı artık sözcükler bile çözümsüz, söylemde kalan  “giz”lerden, renksiz ve hareketsiz koyu gri matlıktan.. Bunaldı kelimeler insan “savsatalarından”, hüzünlendi sözler insanın “saf”lığından.. Hani o “is” suyu, içindeki ari yalnızlığı özler oldu insanlar ve cümleler.. Her yanımız kendi seçimlerimiz ve ellerimizle ördüğümüz; solgun bir mavi, sarı köpüklü hüzün.. Aldığım eleştirilerdendir.. “Her şeyi insana yüklüyorsun. Hiç mi yönetenlerin, dünyaya ayar çekenlerin kusuru yok. Sıkı bir çaresizlik ve bazen mecburiyet var” diye.. Her şey insanla başlar, gelişir ve yürür.. Bugünün sistemi, dünün görmezden geldiklerimizden oluşmadı mı? Hatırlayalım mı? Hani Roboski de ; o arkasına sığındığımız çaresizlik ve mecburiyetlerden üç kuruş için kaçağa giden ve giderken öldürülen.. Hani, öteki olmaktan korktuğumuz için sustuğumuz ve o esmer yağız, üstüne atılan yaftalara “hayır” diyemediğimiz boy boy çocuklar vardı.. Ama, mecburiyet ve çaresizlik bizi yoklayınca nasıl da kelama duruyor dillerimiz.. Görmek istemesek de, kaçsak da sistem çoktan ördü ağlarını. O ağlara takılmamak mümkün müydü? Takıldık.. Sustuğumuz her şey bizi kirletiyor ve bir gün muhakkak içine çekiyor Bir öteki kalmak korkusu yaratıldı ki, güçlü çoğunluğun kusurları oldu bize toplum normları.. Başını kaldıran, sesini çıkaran harcandı gitti.. Unutursak kalbimiz kurusun dediğimiz her şeyi unuttuk, kalbimizi kuruttuk.. Bahanelerimiz de cebimizdeydi.. Eee ne olacak canım yapmasalardı... Yalan söylemek kolaydı. Ayrıca, kanmayı sevdiğimiz kadar kandırmayı da seviyorduk.. Onlar bizi, biz gücümüz yeteni mis gibi kandırıyor, saflığı, dürüstlüğü ellerimizle boğuyor, haklılığı zindanlara atıyorduk.. Bir gün çarpacak kirliliklerin bizleri de kırıp parçalayacağını unutmuş, plastikten dünyamızda yaşıyorduk.. Savunmamız da dilimizde.. Ne var canım, kaldırmayalardı başlarını, çıkarmayı verselerdi dillerini.. Hani, onlar karşı köylerin ötekileri.. Değil mi? Yıllarca böyle yapmadık mı? İşimize geldi; kah deve kuşu olduk, kah mis gibi kokuyorsun dedik kokarcaya.. Gemide yerimiz yoksa da, vardı filikalarda.. Eee tutunuyorduk, bizi besledikçe besleyen yalan rüzgarlarına.. Şimdi gerçekler saçılmış ortaya ama, ne hukuk varmış ne hak arama, olur mu böyle şey diye yüreklerimiz bağırmakta.. Evet, elbette her şeyi insana bağlıyorum.. İnsan düzelmeden dünya düzelmez, sen değişmeden  sistem değişmez.. Niye o kadar korkuyoruz ki öteki gösterilmekten.. Haksızlığa karşı adaleti, yalana karşı gerçeği, sömürüye karşı eşitliği savunmaksa, menzilimiz insanlıksa, niye korkulur ki? Çaresiz insanlardan beslenerek kurulan tahtlar, içinde mazlum ahı taşırlar. Gündür gelir yerle yeksan olurlar.. İşte o gün görünür, kim de ne kadarsın, senden ne kalmış geriye.. Kalmamışsa omurgan bile, bir daha kalkar mı sanıyorsun bedenin kendi ayağı üstüne.. Evet, hayata dair her şeyi insanlara bağlıyorum. Her şey insanla başlar. Sevgi ve değerler gibi, yalanla beslenmiş galibiyetlerde.. Herkesi kandırır İnsanoğlu, ya kendini? Hepimiz biliyoruz ki, bugünlerin kirliliğinin nedeni, dünlerin seçimleri.. Klasiktir. Çaresiz değilsin, çare sensin.. Peki nasıl etmeli, bu sarı zamanlara; kırmızı çiçekler çizip, mor entariler giydirmeli.. Yorgun kalpleri, acıyla harman sözleri, gökkuşağının yeniden doğma ihtimalini güçlendirmeli.. Bu seçim artık insanlığın seçimi.. Çaresiz miyiz? Çare biz miyiz? Bunu belirleyecek olan seçimlerimiz.. O zaman nasıl edeceğiz? Menzilimiz güneş, bu sarı zamanlardan geçip, kırmızı çiçekler ekeceğiz..

Editör: Ömür Ünver