Zihinsel dinginlik için not tutmak önerilmektedir. Zira “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür”. Yaşanan acıların tekrarlanmaması için geçmişi hatırlayıp bugünü sorgulamak, en önemlisi de tarihimizi bilmemiz gerekir. Bu yazının konusu da, tarihimizde önemli bir yer işgal eden, dost ve düşmanın sık yer değiştirdiği Orta Doğu’nun rahatsız edici zenginliği nedeniyle günümüzde de yaramızı kanatan Musul sorunu. Dünü ve bugünüyle ele almaya çalıştığım bu konuda hafızlarımızı tazelemeye çalışacağım.19 1118’den itibaren Selçuklu toprağı, 1517’den itibaren de bir Osmanlı vilayeti olan Musul ve çevresi, petrol varlığı sebebiyle özellikle l. Dünya Savaşı, sonrasında İngiltere, Fransa, Almanya arasında rekabet konusu oldu. Bölge, 1916 tarihli Sykes-Picot Antlaşması ile Fransa'ya bırakıldı. Nisan 1920 San Remo Konferansında Fransa, kendisini Orta Doğu'daki menfaatlerini desteklemesinden dolayı Musul bölgesini İngiltere'ye bıraktı. Birinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra İngiltere, bölgedeki Hristiyanların güvenliği, İngiliz savaş esirlerine kötü muamele edilmesi gibi bahaneler ileri sürerek Mondros Mütarekesinin 7. maddesine göre Musul'un kendilerine terk edilmesini istedi. Musul'da konuşlu Osmanlı 6. Ordusu Komutanı Ali İhsan Paşa şehri İngilizlere terk etmemek için istifa etti. Yerine getirilen komutan, İstanbul'dan aldığı emir gereği Musul'u boşalttı. 15 Kasım 1918 tarihinde İngiltere Musul'u işgal etti. Birinci Dünya Savaşı sonunda Türk Askerlerinin kontrolü altında kalan bir bölge olduğundan, Türkiye Cumhuriyeti Musul vilayetinin milli sınırları içinde olduğunu açıklamıştı. Musul, sömürgesi Hindistan yolunun emniyetini sağlamak ve zengin petrol yataklarına sahip olmak ve bölgedeki etkinliğini sürdürmek amacıyla İngilizlerle 900 yıldır sahibi olan Türkler arasında şiddetli mücadelelere sahne oldu. Musul sorunu silahlı mücadeleyle çözülememiş ve konu Lozan Konferansı’na bırakılmıştır. Musul bu konferansta büyük tartışmalara neden oldu, bir karara varılamadı, konunun bir yıl sonra İngiltere ve Türkiye arasında görüşmelerle çözülmesi kararı alındı. Konferans başladığı sırada İngilizler işgali altında olmayan bölgelerde ayaklanma çıkartıp, Süleymaniye'yi işgal etti. Türkiye, kendisine karşı silahlı saldırıda bulunan Asuri kabileleri İngiltere'nin silahlandırdığını öne sürüp bu işgali protesto etti. Musul, 1926 yılında yapılan Ankara Antlaşmasıyla İngiliz mandasındaki Irak’a bırakıldı. Musul ve Kerkük’ün tarihî coğrafyası Musul (90.370 kilometrekare) El Cezire bölgesinde, Dicle Nehri kıyısında eski Ninova şehrinin (Asur Devletinin merkezi) batısında kurulmuştur. Çok çeşitli kültür ve medeniyetlerin buluştuğu bir bölgedir. İnsanlık tarihinin ilk yazılı belgeleri bu bölgede ortaya çıkarılmıştır. Nüfusun yaklaşık yüzde 90’ını Müslümanlar (yüzde 97’sini Sünnîler) oluşturmaktaydı. Etnik olarak, toplam nüfusun yüzde 55-60’ı Kürtler, yüzde 10-15’i Türkler, yüzde 10-15’i Araplar, yüzde 4-5’i Hıristiyanlar, yüzde 1-2’si Yahudilerden oluşmaktadır. Yeraltı kaynakları bakımından da zengin bir bölgedir. Dünya petrol rezervlerinin yaklaşık yüzde 65’i Orta Doğu bölgesinde, yaklaşık yüzde 10’u Irak’ta, bunun da yüzde 20’si Musul’da yer almaktadır. Şehir, antik çağdan sonra Hıristiyanlığın önemli bir merkezi haline gelmiştir. Halife Ömer zamanında İslâm idaresine giren Musul, Emeviler ve Abbasiler döneminde de önemini korumuştur. M.Ö 4000 yıllarında Sümerler tarafından iskân edilen bölge; Akadlar, Asurlar, Makedonyalılar, Partlar, Romalılar, Sasaniler idaresi altına girmiştir. İlkçağların en önemli medeniyetlerinden ikisi olan “Asur” ve “Babil” burada kurulmuş ve yaşamıştır. Kerkük şehri Asurlular tarafından kurulmuş, Musul ise bu uygarlığın dinî merkezi olmuştur. O dönemde dahi dünyanın en önemli merkezlerinden birisi durumundaydı. Musul-Kerkük bölgesi, İslâm medeniyeti içinde de konumunu korumuştur. Hz. Ömer zamanında İslâm topraklarına katılan Musul-Kerkük, Emevî ve Abbasî devletlerinin belli başlı şehirlerinden ikisiydi. Musul’da Türk hâkimiyeti Hemdânîler döneminde, Tolunoğlu (Tounoğulları Firavunlardan sonra Mısır’da devlet kuran ilk Müslüman Türklerdir, Türk kökenli Memlûk Hanedanı) Devletinin Musul’u ele geçirmesi üzerine başlamıştır. 884– 992 yılları arasında Tolunoğulları’nın idaresinde kalmış, Ukaylîler (X-Xl yy Arap Müslümanlar) döneminde Oğuz Türkleri yerleşmeye başlamıştır. 1057 yılında Musul Emîri Kureyş, Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey adına hutbe okutmuş ve böylece yaklaşık 900 yıllık Türk hâkimiyeti süreci başlamıştır. Musul, Osmanlı hâkimiyetine kadar sırasıyla; Irak Selçukluları, Zengiler, İlhanlılar, Celayirliler, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safeviler yönetiminde kalmıştır. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı ve Kanunî Sultan Süleyman’ın 1534’teki Irak Seferi ile Musul ve bölgenin tamamı Osmanlı yönetimine geçmiştir. Osmanlı Devleti Irak’ı; Musul (Kerkük, Süleymaniye, Erbil şehirlerinden oluşmaktadır), Bağdat ve Basra eyaleti olmak üzere 3’e bölerek yönetmiştir. Osmanlı eyalet sistemi esas alındığında Musul Vilayeti olarak ifade edilen alan, bugün Kuzey Irak coğrafyasıdır. Musul neden önemli? Şam, Osmanlı Devleti’nin güney coğrafyasının ne kadar önemli bir eyalet merkezi idiyse, Musul da Mezopotamya bölgesinin aynı derecede önemli bir eyalet merkeziydi. Sağladığı jeopolitik avantajları nedeniyle Asya, Afrika ve Avrupa arasında bir kavşak noktasını teşkil etmesi, Orta Doğu coğrafyasının bir parçası olan Musul-Kerkük bölgesinin coğrafî, tarihî ve etnik özelliklerinden dolayı Türkiye için ayrı bir önem taşıması, İngilizler tarafından uluslararası hukuka aykırı olarak işgal edilmiş olması, Misâk-ı Millî’ye dahil olduğu halde, sonradan Türkiye sınırlarının dışında kalmış olması, İngiltere mandasındaki Irak’a bırakılmasıyla, Irak toprakları içerisinde kalan Türklerin (Irak Türkmenleri) bir dış politika unsuru haline gelmiş olması, Anadolu ile Asya arasında tarihi bir yol üzerinde bulunması, Geçmişte önemli bir kültür ve medeniyet merkezi olması, Son 400 yılı Osmanlı olmak üzere 900 yıl Türklerin egemenliğinde kalması, Türk nüfusun bulunması nedenleriyle Türkiye açısından önem taşıması, Zengin petrol kaynakları başta olmak üzere yer altı ve yer üstü zenginliğiyle de bir çekim alanı olması,
  1. yüzyıldan beri Musul petrolleri üzerinde büyük güçlerin egemenlik, denetim altına alma ve imtiyaz elde etme mücadelesinin günümüzde de devam ediyor olması,
Hakim güçlerin Türkiye’nin stratejik bir üstünlük sağlamasını önlemek için türlü çarelere başvurması, Musul petrollerine sahip olmak isteyen bölge dışı güçlerin Musul’daki etnik ve dini farklılıkları sürekli bir gerilim unsuru olarak kullanması ve halen de devam ediyor olması. İngilizler tarafından Türk olmayan Müslüman ve gayr-i Müslim unsurlar arasına ayrılık düşüncesi yerleştirilmeye çalışılmış; Türk olmayan unsurlara “milliyet”, Müslüman olmayanlara da “din” propagandası yapılarak, yaklaşık 900 yıldır Türk toprağı olan bu bölge Osmanlı Devleti’nden koparılmaya çalışılmıştır. İngiliz propagandasından etkilenen halkın bir kısmı ile çıkarcı grup İngilizlerle işbirliğine girmişler ve tebaası oldukları Osmanlı Devleti’ne karşı mücadeleye etmişlerdir. Devlete sadık halkın çoğunluğu bu oyuna gelmeyerek, Osmanlı Devleti yönetimi altında yaşamak istediklerini bildirmiş ve İngilizlere karşı silahlı mücadeleye girişmiştir. Irak’ın ikinci büyük şehri Musul, Saddam döneminde BAAS rejiminin omurgasını teşkil ettiğinden en parlak günlerini yaşıyordu. “Irak’ta kimyasal silah var” bahanesiyle Amerika’nın işgaline maruz kaldıktan sonra virane bir şehir haline geldi. Arap milliyetçilerinin yuvası ve Dünyanın en tehlikeli şehirlerinden biri oldu. Haziran 2014’te IŞID militanları şehri ele geçirip, Kürt rejiminin varlığını tehdit etti. Musul’daki tek diplomatik misyon olan Türk konsolosluğuna baskın yapan IŞID, başkonsolos dahil 49 kişiyi kaçırdı,101 gün rehin tuttu. Irak ordu ve polis birlikleri ve Kürt Peşmergelerden oluşan 25 bin kişilik birlik kenti kurtarma operasyonu gerçekleştirdi. Birlik gelene kadar IŞID stratejik noktaları ve şehir müzesini tahrip etti.  Musul sorununun kronolojik özeti (Birinci Dünya Savaşı’ndan 5 Haziran 1926 Ankara Antlaşması’na kadar olan süreçte Musul sorununun kronolojik özeti) 30 Ekim 1918 – Mondros Mütarekesi imzalandı 15 Kasım 1918 – İngiltere Musul’u İşgal etti 20 Ocak 1920 – Mondros Mütarekesi sonrası işgal edilen Musul, Misak-ı Milli                          kararları içerisinde yer aldı 24 Temmuz 1923 – Lozan Antlaşmanın 3. Maddesinin 2. Fıkrasına göre, Musul          meselesinin 9 aylık süre içerisinde Türkiye ile İngiltere arasındaki görüşmelerde çözülmesine, çözülemediği takdirde meselenin BM’ye götürülmesine karar verildi. 19 Mayıs 1924 – Haliç Konferansı; meselenin çözümü için Türkiye ile İngiltere                 arasındaki görüşmeler İstanbul’da başladı. İngiltere’nin tavrı ve Musul yanında Hakkâri’yi de talep etmesi nedeniyle sonuç alınamadı. 6 Ağustos 1924 –İngiltere meseleyi Milletler Cemiyetine götürdü. 20 Eylül 1924 – Musul meselesi Milletler Cemiyeti’nde görüşülmeye başlandı. 9 Ekim 1924 –   İngiltere, Türkiye’ye verdiği ültimatomla belirlediği sınırın                        gerisine çekilmesini istedi 29 Ekim 1924 – Türkiye’nin isteğiyle BM “Milletler Cemiyeti” olarak bilinen                       geçici bir Türkiye – Irak sınırı belirledi. 4 Ocak 1925 –    Musul meselesini incelemek üzere Milletler Cemiyeti                             tarafından oluşturulan Komisyon Ankara’ya geldi. 13 Şubat 1925 – Şeyh Said isyanı patlak verdi. 16 Temmuz 1925 – Milletler Cemiyeti tarafından oluşturulan komisyon konu                   hakkında hazırladığı raporu cemiyete sundu. 16 Aralık 1925 – Milletler Cemiyeti, Musul’un İngiliz mandası altındaki Irak’a                   verilmesini kararlaştırdı. 17 Aralık 1925 – Türkiye, SSCB ile Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması                         imzaladı. 5 Haziran 1926 – Ankara Antlaşması imzalandı ve bu antlaşmayla “Brüksel                    Hattı” Türkiye-Irak sınırı olarak kabul edildi. Kronolojik özette geçen anlaşmalar ve meseleye etki eden nirengi noktalarına ilişkin kısa açıklamalar ise şöyle: Sykes-Picot Antlaşması Birinci Dünya Savaşı aynı zamanda Orta Doğu petrollerinin paylaşım mücadelesidir. Savaş sırasında İngiltere, Sykes-Picot Antlaşması’yla Musul Vilayetini (1916) Fransız hâkimiyetine bırakmıştır. Ancak İngiliz Oramiral Edmon Slade’in raporu, İngiltere’nin Musul politikasında bir dönüm noktası olmuş, Irak’ı kontrol altına almak ve özellikle Musul Vilayetini işgal etme planı doğrultusunda faaliyet göstermeye başlamıştır. Kutul Ammare’yi alan İngiliz ordusu, 22- 23 Kasım 1915 tarihlerinde Selmanpak’ta Osmanlı ordusu tarafından bozguna uğratılmış ve Enver Paşa bölgeye Mareşal von der Goltz komutasında takviye birlik sevk etmiştir. Goltz’un yardımcılığına verilen Ali İhsan Bey, kısa sürede Osmanlı birliklerini toparlayarak İngilizlere karşı savaşıp, 29 Nisan 1916’da bölgedeki İngilizleri teslim almıştır. (Musul Sorunu ve Lozan- Şerafettin Yamaner) Bu arada İngilizlere destek için gelen Rus birliklerini durdurmak üzere Osmanlı birliklerinin bir kısmı İran’a kaydırıldı. İngilizler bundan yararlanarak birliklerini takviye edip 11 Mart 1917’de Bağdat’ı, sonra da Kerkük’ü ele geçirdi (7 Mayıs 1917). General Marshall komutasındaki İngiliz ordusu, Osmanlı’nın ahaliye zulmettiği bahanesiyle Mütarekenin 7. Maddesi, ‘lüzumlu gördüğü stratejik noktaları işgal etme yetkisine’ istinaden 1 Kasım 1918’de Musul’a girmiştir. Türk ordusu Musul’u terk etmediği takdirde geri kalan bölgeleri de almak için savaşacaklarını ve bundan Ali İhsan Paşanın sorumlu olacağını bildirmiştir. İstanbul’dan verilen tahliye emri üzerine 15 Kasım 1918’de Musul’u terk eden Osmanlı birliklerinin ardından İngilizler, Şeyh Mahmut yönetiminde bir Kürt hâkimiyeti kurmaya başladı. Musul’da bu fiili durum devam ederken İngilizler, 16 Mart 1920’de İstanbul’a çıkıp meclisi dağıtmışlar, yakaladıkları milletvekillerini de tutuklamış, bundan kurtulan milletvekillerinin bir kısmı Anadolu’da Millî Mücadele’ye katılmıştır. Musul’un Arap idaresine girmesini istemeyen Kürt ve Türkmenler de Anadolu’da başlayan bu mücadeleden cesaretle İngilizlerle çarpışmaya başlamışlar, Mustafa Kemal de onların silahlı mücadelesini desteklemiştir. Bu durumu fark eden İngilizler, Lord Curzon’un tüm karşı çıkmalarına rağmen, onunla irtibata geçmek istemişler, Mustafa Kemal, İngilizlerle yapılacak olan görüşmelerde Türkiye’nin elini güçlendirmek için 1921 Aralık ayında bölgeye Özdemir Bey komutasında asker sevk edip, Revanduz’u (Erbil’e bağlı ilçe) ele geçirtmiştir. Bölgede görevli Türk birliği, 21 Ağustos 1922’de İngilizleri yenip Musul’a iyice yaklaşmıştır; bundan cesaretlenen bölge aşiretleri de İngilizlere karşı mücadeleyi şiddetlendirmiştir. Bu mücadele sonucunda İngilizler, Süleymaniye’yi terk etmek zorunda kalsalar da, Şeyh Mahmud’un desteğini alarak aşiretlerin mücadele kararlılığını zayıflattılar. İngilizler, Şeyh Mahmud’un işbirliğinden kısa bir süre sonra Mustafa Kemal’le irtibata geçtiğini öğrenince, bu kez Seyyit Taha’yı devreye sokmuşlar ve Kral Faysal’ın Irak’taki egemenliğini hakim kılmak için düzenledikleri seçime karşı çıkan Musul ileri gelenlerini tutuklatmışlardır. Musul’u elde etmenin tek yolunu silahlı mücadelede gören Fevzi Paşa, Özdemir Bey’e takviye birlikler göndermiş; ancak Anadolu’daki Yunan işgali nedeniyle daha önce bu bölgeye gönderilen birliklerin bir kısmını geri çekmek zorunda kalınca, buradaki Türk birliği zayıf düşmüş ve takviye edilen İngiliz birlikleri tarafından geri püskürtülmüştür. Böylece Musul, daha Lozan görüşmeleri bitmeden tamamen İngiliz egemenliğine geçmiştir. Mondros (30 Ekim 1918) 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi imzalandığında Musul ve çevresi henüz Ali İhsan Paşa komutasındaki Türk birliklerinin idaresindeydi. Mondros Mütarekesi 7. ve 16. maddelerine gereğince İtilaf devletlerine güvenlikleri gereği istedikleri yerleri işgal etme yetkisine dayanarak İngilizler, savaşla alamadıkları Musul’a girdi ve 8 Kasım 1918’de Musul’u ele geçirip İngiliz Yüksek Komiserliği idaresinde bir manda sistemi kurdu. İngilizler, Musul ve Zaho'daki sivil Hıristiyanların topluca öldürüldüğünü iddia ederek Türk birliklerinin Musul'u terk etmesini istediler. Ali İhsan Paşa bu isteği reddetti, Suriye cephesinde Yıldırım Orduları grubunun Şam'dan sonra Halep'ten Adana'ya kadar çekilmesi nedeniyle demiryolu ikmal hatları kesildi. Üstelik İstanbul hükümetinin de emir vermesinden sonra Musul'u bırakıp Nusaybin'e kadar çekildi. İngiliz askerleri hiçbir direnişle karşılaşmadan Musul'a girdiler. Londra Konferansı İngiliz Hükümeti, Musul’daki statüsünün yeniden düzenlenmesi için Fransa ile 1918’de işbirliği yapmayı kararlaştırdı. Fransa, petrol ve Suriye konularındaki isteklerinin karşılanması koşuluyla Musul üzerindeki haklarından vazgeçti. Fransa’nın etkinlik alanında bulunan Suriye’den Akdeniz’e bir demiryolu ve bir petrol boru hattı yapılması kabul edildi. Fransa’nın hem Musul petrollerinden pay alması, hem de Türk Petrol Şirketi’ndeki Alman hisselerine sahip olması kararlaştırıldı. San Remo Konferansı (24 Temmuz 1920) San Remo Konferansı’nda Irak, İngiliz manda yönetimine bırakıldı ve “Devlet Konseyi” adı altında bir Arap hükümeti kuruldu. Ardından Devlet Konseyi,  Irak Hükümetini ilan etti. Bağdat Konferansı (12 Mart 1921) İngiltere, Irak’ın kuzeyinde (Musul Vilayeti) tampon bir devletin yani Kürdistan Devleti’nin oluşturulması için faaliyet gösterdi. Churchill başkanlığında Bağdat’ta düzenlenen konferansta İngiliz mandası altında Irak’ta Arap krallığının kurulması ve kral olarak da Emîr Faysal’ın getirilmesi kararı alındı. Misyoner faaliyetleri Güncel olan misyoner faaliyetlerine özellikle yer verdim. İsmet İnönü "İstiklal harbinden sonra da barış görüşmelerinde esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar fiili bir durumdu. Tazminat işini iki devlet aramızda hallederdik. Bütün mücadele idaremize tasallut yüzünden çıktı" demişti. “ABD ile askeri, istihbari, güvenlik ve eğitim anlaşmalarının önemli bir kısmı 1950'den önce yapılmış, ABD'li uzmanların (misyoner) Bakanlıklara yerleştirilmesi 1950'den sonra yoğunlaşıp, 1960'dan sonra da devam etmiştir.  ‘Uzman’ adı altındaki bu misyonerler bakanlıklar, önemli kurumlar ve birçok önemli belediyede karar alıyor bizimkilere uygulatıyor. Ülkeyi yönetenler de bundan şikâyetçi ancak hiçbir şey yapılamamaktadır!” (Ümit Zileli, Karşıdevrimin Kısa Tarihi-100 Yıllık Hesaplaşma)
  1. yüzyılda bölgeye gelen “Amerikan Board” (Amerikan Yabancı Misyoner Komisyonu Kurulu) misyonerleri başta olmak üzere, İngiliz ve Fransız misyonerler bu konu üzerinde çok yoğun bir şekilde çalıştı. Rus ve İngilizler, Nesturileri (Nasturi ya da Süryani; Orta Doğu’nun en eski halklarından biri. Nestûrilik; Hıristiyan teolojik akımının adı. İsa Mesih’te biri ilahi biri insani iki hipostazın bir arada olduğunu savunan doktrin) Ermenilerle iş birliği yapmaya teşvik edildi, ancak buna karşı çıkan Nesturilerin bir kısmı Ermenilerce katledildi ve kiliseleri yakıldı.
Misyonerlerin faaliyetlerinden asıl Kürtler etkilendi ve toprakların ellerinden gideceğini düşünerek Nesturilere düşman oldular. Nesturiler, Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslar’dan destek alarak Patrik Mirşumin önderliğinde Osmanlı’ya karşı ayaklandı, “Melik” olan Ağa Petros ayaklanmada büyük rol oynadı. Ağa Petros, Osmanlı Devleti’nde konsolos olarak görev yaptı, zamanla Nesturilerin Ortodoks olmasını ve bu suretle Ruslara yakınlaşmasını sağlayıp, Kürt aşiretlerini Osmanlı’ya karşı kışkırttı. Ruslarla aynı cephede Osmanlı’ya karşı çarpışan ve Müslümanları katleden Nesturiler, bölge halkının tepkisini çekti. Osmanlıya karşı savaşlarını sürdürmek isteyen Nesturilerin lideri Patrik Mirşumin, Kürt aşiret reisinin desteğini almak için gittiği Şırnak’ta Kürtler tarafından öldürüldü. Başsız kalan Nesturiler, İran ve Irak’a kaçtı. Irak’a kaçanlara İngilizler sahip çıkıp, ayaklanmalarda kullanmak üzere onlardan yerel askerî birlik oluşturdu. Lozan görüşmeleri sırasında Nesturilerin istekleri İngilizler tarafından Türk heyetine karşı kullanılmıştır. Nesturilerin toprak taleplerine, İngilizlerin Ermenilere söz verdikleri Van’ı da katmaları, İngilizlerle aralarının bozulmasına neden oldu. Nesturi ayaklanması, 7 Ağustos 1924’te Hakkari valisinin esir alınması ve birçok jandarmanın öldürülmesiyle başlamıştır. Vali daha sonra kendisini esir alan Nesturilerin İngiliz üniformalı olduklarını açıklamıştır. Bakanlar kurulu, bu olaylar üzerine 14 Ağustos 1924’te toplanıp isyanı bastırma görevini Cafer Tayyar Paşa’ya vermiştir. (Rauf Orbay, Musul Sorunu ve Lozan) Cafer Tayyar Paşa, Nesturi ayaklanmasını bastırmış ve çatışmaya katılan Nesturilerin birçoğu etkisiz hale getirilmiş, diğer büyük çoğunluk ise İran’a kaçmıştır. İngilizler, Nesturi ayaklanmasının bastırılmasına tepki gösterdi. Nesturiler, 4 Mayıs 1924’te Kerkük’te elli Müslümanı öldürmeleri yüzünden bölge halkının tepkisine maruz kaldı. Misak-ı Milli Mustafa Kemal’in önderliğinde güçlenen Anadolu hareketi, son Osmanlı Mebusan Meclisinde kabul edilen Misak-ı Millî kararlarıyla çizdiği millî programını gerçekleştirmek üzere önemli başarılar kazanmaya başlamıştır. Misak-ı Milli kararları:
  • Mondros Ateşkesi imzalandığı sırada işgal edilmemiş bölgeler kesin Türk yurdudur, parçalanamaz.
  • Kars, Ardahan ve Batum'da (Elviye-i Selase) gerekirse referanduma gidilecektir.
  • Araplar kendi geleceklerini kendileri (referandum) belirleyecektir.
  • Batı Trakya'nın geleceği referandumla belirlenecektir.
  • İstanbul, Marmara ve halifenin güvenliği sağlandığı takdirde, Boğazlar trafiğe açılacaktır.
  • Azınlıklara, diğer ülkelerdeki Türk azınlığa tanınan haklar tanınacaktır.
  • Siyasi, mali ve adli gelişmemizi engelleyen sınırlamalar kabul edilemez.
Misak-ı Millî’ye göre “Mondros Mütarekesi imzalandığında işgale uğramayan toprakların vatandan ayrılmaz bir bütün olduğu ifadesi, Musul’un haksız bir işgale uğradığını ve millî programın hedeflerinden biri olduğunu göstermektedir. Mustafa Kemal, 1 Mayıs 1920’de TBMM’de yaptığı konuşmasında şöyle der: “Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki de birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, millî hudut İskenderun güneyinden geçer, doğuya doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi ve Kerkük’ü ihtiva eder. İşte millî hududumuz budur dedik! Hâlbuki Kerkük kuzeyinde Türk olduğu gibi Kürt de vardır. Biz onları tefrik etmedik. Binaenaleyh muhafaza ve müdafaasıyla işgal ettiğimiz millet bittabi bir unsurdan ibaret değildir. Muhtelif İslam unsurlarından oluşmaktadır. Tüm bunları teşkil eden İslam unsurları bizim kardeşimiz ve müşterek menfaatleri olan vatandaşımızdır.Türk- Fransız Antlaşması (20 Ekim 1921) Yunan kuvvetlerinin Sakarya Savaşı ile başlayan gerilemesi; Ankara Hükümeti ile Sovyet Rusya arasındaki yakınlaşma; Türk-Fransız Antlaşması; sonra da millî hareketin Musul sınırına yığınak yapması, bölge halkının desteği İngiliz çıkarlarını tehdit eden unsurlar olmuştur. Mudanya Ateşkes Antlaşması (11 Ekim 1922) İngilizler, Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın imzaladığı tarihte Irak Hükümeti ile bir İttifak Antlaşması yapmıştır. Bu antlaşma ile İngiltere, Musul’u Irak’ın bir parçası olarak kabul etmiştir. İngiliz politikası, Türkiye ile barış masasına oturmadan önce Irak’ı Milletler Cemiyeti’nin tanımladığı ‘manda altında devlet’ statüsüne taşıyarak; ileride gündeme gelecek toprak sorununu yöre halkının kararından çok, iki devletin arasındaki sınır sorunu haline getirme hazırlığını da tamamlamıştır. Ankara Hükümeti, Musul’a açık bir müdahaleyi düşünmüşse de içinde bulunulan koşullar nedeniyle İngiltere ile bir savaşı göze almayacaktır. Mustafa Kemal Türkiye’nin bu tutumunu şöyle ifade etmektedir: “Musul sorununun çözümünü muharebeye girmemek için bir sene sonraya bırakmak demek, onu gözden çıkarmak demek değildir. Belki onu elde etmek için daha kuvvetli bir zamanı beklemektir. Bugün barış yaparız, bir ay sonra, Musul sorununu çözmek için ulusça ayağa kalkarız. Fakat bugün Musul sorununu çözmek istediğimizde karşımızda yalnız İngiltere değil, Fransa, İtalya, Japonya ve bütün dünyanın düşmanları vardır. Musul sorununu bugünden halledeceğiz, ordumuzu yürüteceğiz, bugün alacağız dersek bu mümkündür. Musul’u gayet kolaylıkla alabiliriz. Fakat Musul’u aldığımızda arkasından muharebenin hemen sona ereceğinden emin olamayız. Şüphesiz orada bir harp cephesi açmış olacağız. Yani bunu ayrıca konu etmek isterseniz, mahzurları kendiliğinden ortaya çıkar.” Lozan’da Musul Musul meselesi bundan sonra diplomatik görüşmeler sürecinde seyredecektir. Lozan Konferansı’nda Musul ve Türkiye-Irak sınırı konusu, İngiltere tarafından gündeme alınmak istenmişse de (27 Kasım 1922) İsmet Paşa, konuyu konferans gündemi dışında ikili görüşmelerle çözmeyi teklif etmiştir. İkili görüşmelerde çözüm arayışı 23 Ocak 1923’e kadar sürmüş, ancak Türk heyetinin İngiliz yetkililerle yaptığı çeşitli görüşmelerde bir sonuç elde edilememiştir. 23 Ocak 1923 tarihli oturumda Musul sorunu ele alınmıştır. Bu oturumda İsmet Paşa, Türkiye’nin Musul’u bir başka devlete bırakmak istemeyişinin sebeplerini değişik açılardan anlatmış ve İngiliz tezi gerekçelerinin yetersizliğini ortaya koymuştur. Musul meselesi nedeniyle Lozan Konferansı’nın tıkandığını ve tarafların konu hakkında farklı çözüm önerileri ileri sürdüğünü gözlenmiştir. İngiltere, en iyi çözüm olarak; tarafsız bir soruşturma ve uzlaşmanın sağlanması için meselenin Milletler Cemiyeti’ne sevk edilmesini önermekte, Türkiye ise halk oylaması yapılmasını istemekteydi. İki ülke arasında gerilimin tırmandığı bu süreçte İsmet Paşa, Ankara’dan konuyla ilgili tutumu için görüş istemiştir. Ankara Hükümeti, “her türlü baskıdan uzak bir plebisit yapılmasını ve petrollerin işletilmesi konusunda görüşmelere açık olduğunu, aksi takdirde Türk heyetinin Ankara’ya dönmesi” konusunda İsmet Paşa’ya talimat vermişti. Konferansın resmî oturumları son bulmuşsa da diplomatik görüşmeleri sürdüren İsmet Paşa, Sovyet Rusya’nın olası bir savaşta Türkiye’nin yanında yer almayacağını ve İtilaf Devletleri’nin Musul’un konferans dışı bırakılması yönündeki tavsiyelerini de dikkate alarak Ankara Hükümeti’ne barışa ulaşabilmek için Musul konusunda İngilizler ile mutlaka uzlaşılması gerektiğini bildirmiştir. Ankara Hükümeti’nin tavrı uzlaşı yönünde değişmiş ve İsmet Paşa, Lord Curzon ile 4 Şubat 1923 tarihinde bir araya gelmiş ve “Musul’un bir yıl içinde taraflar arasında çözüme kavuşturulması ve başarılı olunamazsa meselenin Milletler Cemiyeti’ne sevk edilmesi kararı taraflarca kabul edilmiştir. İsmet Paşa’nın imzasıyla konferansa katılan devletlerin dışişleri bakanlarına hitaben kaleme alınan 8 Mart 1923 tarihli nota ve barış antlaşması tasarısıyla Musul, konferans programından çıkarılmıştır. Lozan Konferansı ikinci tur görüşmeleri 23 Nisan 1923’te başlamış, İngiltere’yi bu turda temsil eden Horace Rumbold, 8 Mart 1923 tarihli antlaşma taslağında birtakım değişiklikler talep etmiştir. Türkiye’nin kabul ettiği bu değişiklikler, Milletler Cemiyeti Konseyi’nin statüsünü uzlaştırma komisyonu düzeyinden hakem düzeyine yükseltmiş, ikili görüşmelerin süresini 12 aydan 9 aya indirmiş, ikili görüşmelerin başlangıç tarihini, Anlaşma’nın yürürlüğe gireceği tarihten İstanbul ve Doğu Trakya’nın boşaltılacağı tarihe çekmiştir. Musul konusunda Türkiye ile İngiltere arasında çözüm arayışları devam ederken, ABD-İngiltere arasında Musul petrolleri üzerinden çekişme de sürmektedir. ABD, İngiliz Hükümeti’ne Mezopotamya petrolüne ilişkin düzenlemelerin, savundukları “açık kapı” ilkesine aykırı olduğunu bildiren sert notalar verecektir. Ayrıca II. Abdülhamit’in vârislerinin petrol imtiyazlarının savunulması konusunda da İngiltere- Fransa ve ABD arasında rekabet yaşanacaktır. Lozan’da birinci tur görüşmelerin kesildiği dönemde Ocak 1923’ten beri TBMM komisyonlarında incelenmekte olan ABD destekli Chester Projesi, 9 Nisan 1923’te Şarkî Anadolu Demiryollarına dair kanun olarak onaylanmıştır. Böylece Türkiye, Musul meselesine karşı güçlü bir ittifak için adım atmıştır. Ancak proje yürürlüğe girmeyecek ve ABD Hükümetinden de destek görmeyecektir. İngiltere ile Türkiye arasında Musul meselesi ile ilgili ikili görüşmelerin süreci, işgal güçlerinin İstanbul’u boşaltmasının akabinde İngiltere’nin 5 Ekim 1923 tarihli notasıyla resmen başlamışsa da; 19 Mayıs 1924 tarihine kadar bir gelişme olmamıştır. Haliç Konferansı (19 Mayıs 1924) Haliç Konferansı Musul sorununu çözüme kavuşturmak amacıyla 19 Mayıs 1924 tarihinde Türkiye ve İngiltere arasında İstanbul’da başladı. Türk tarafını temsil eden Ali Fethi Okyar’ın savunduğu tez şöyleydi: “Musul'un tarihi olarak daima Osmanlı toprağı kaldığını ve Birinci Dünya Savaşı sonunda da bu durumun değişmediğini, vilayetin nüfusunun üçte ikisinin Müslüman Türk ve Kürtlerden oluştuğu bu durumda tarihi, askeri ve etnik gerekçelere göre Musul’un Türkiye sınırları içinde olması gerektiği…” İngiltere’yi temsil eden Sir Percy Cox ise;  meselenin Musul ile sınırlı olmadığını, Türkiye-Irak sınırını tariflerken Hakkâri ilinin Beytüşşebap, Çölemerik (Hakkâri il merkezinin eski adı) ve Revanduz kazalarının da Nesturi (Nasturi) yurdu olarak Irak’a terk edilmesini” istemiştir. Konferans 5 Haziran’da sonuca ulaşamadan dağıldı, anlaşmazlık, Milletler Cemiyeti'ne götürüldü. Öte yandan Haliç Konferansı sürecinde faşist idare altındaki İtalya’dan Türkiye’yi tehdit eden bir açıklama geldi; “Türkiye’nin zor kullanarak Musul’u almaya çalışması halinde İtalya’nın Anadolu’ya asker çıkarmaya hazırlandığı” duyuruldu. 1924 yılında Mustafa Kemal, Musul'a asker göndermeyi ve bölgeden İngiliz'leri çıkarmayı planlıyordu. Musul'da Türk ordusu karşısında direnmeleri mümkün değildi. Ancak Doğu Anadolu Bölgesi'nde ilk önce Nasturi Ayaklanması daha sonra Şeyh Said İsyanı çıktığı için harekât yapılamadı. Musul için hazırlanan kuvvetler, çıkan isyanları güçlükle bastırabildi. Milletler Cemiyeti  (16 Temmuz 1925) Konuya girmeden önce, eski adıyla Cemiyeti Akvam, günümüzdeki Birleşmiş Milletler gibi olan Milletler Cemiyetini birkaç satırla açmak uygun olacaktır. Cemiyet, Birinci Dünya Savaşı’nda bozulan dünya düzeninin yeniden oluşturulmasına ve devamına yardımcı olmak, yani uluslararası barışın korunması amacıyla savaştan sonra galip devletler tarafından kurulmuştur. Savaşta yenilen devletler üye olarak kabul edilmemiştir. Musul hakkında kararı,  Türkiye’nin üyesi olmadığı, hatta Müslüman hiçbir üyesi bulunmayan Milletler Cemiyeti verecekti! Türk tarafı İstanbul Konferansı’ndaki tezlerini tekrarladı. İngiltere bölge halkının bilinçsiz olduğunu bildirerek, plebisit isteğini reddetti. Konuyu araştırmak için Milletler Cemiyeti'nde bir komisyon kuruldu, ancak çözümlenemedi. İngiltere Hükümeti, Lozan sonrasında Musul meselesinin çözümü için tüm hesaplarını ve planlarını, sorunun Milletler Cemiyeti Konseyi’ne götürülmesi üzerine yapmıştı ve öyle de oldu. İngiltere, Lozan Antlaşması’nı 6 Ağustos 1924’te onaylamış ve Musul meselesinin çözümü için Milletler Cemiyeti’ne başvuruda bulunmuştur. Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne gidilmeden önce bir kez daha ikili görüşmelerde çözüm arayışı talep etmişse de İngiltere kabul etmemiştir. Musul meselesinin Milletler Cemiyeti’ne taşındığı günün ertesinde, 7 Ağustos 1924’te Hakkâri bölgesinde İngilizlerin de desteğiyle Nesturi (Nasturî) İsyanının meydana gelmesi tesadüf değildir. Yine Milletler Cemiyeti’nde taraflar arasında görüşmeler devam ederken, Musul Vilayeti topraklarında Türk-İngiliz birlikleri arasında meydana gelen çatışmalar üzerine, Türkiye’nin başvurusu ile Milletler Cemiyeti, Türkiye ile Irak arasında geçici bir sınır belirlemiş ve tarafları belirlenen “Bürüksel Hattına uymaya davet etmiştir. Milletler Cemiyeti Musul Araştırma Komisyonu, 11.2.1925’te çalışmalarına başlamış, iki gün sonra Doğu Anadolu’da Şeyh Sait İsyanı çıkmıştır. Komisyonun Musul’daki incelemeleri bu isyanın gölgesinde gerçekleşmiş, Şeyh Sait İsyanı, Musul’un İngiliz mandası altındaki Irak’a bırakılmasını kolaylaştırmıştır. Komisyonun bölgedeki çalışmaları sırasında İngilizlerin, Türk Heyeti’ni engelleyen tutumu ve yöre halkına uyguladığı baskıcı ve zaman zaman saldırgan politika dikkat çekicidir. Musul’un statüsü henüz belirlenmemiş olmasına rağmen Irak Hükümeti, 14 Mart 1925’te Türk Petrol Şirketi’ne 75 yıl sürecek petrol ayrıcalıkları tanımıştır. Komisyon’un Musul Vilayetinin geleceğini belirleyecek raporu 16 Temmuz 1925’te Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliği’ne sunulmuş, ardından İngiltere ve Türkiye’ye gönderilmiştir. Komisyonun hazırladığı rapor; “Bölgede yapılan incelemenin tarafsız bir biçimde yapıldığını belirten bilimsel saptamalarla düzenlenmiştir ve her yönüyle, tam olarak İngiliz isteklerini karşılayan bir kararla Musul, İngiliz mandası altında Irak yönetimine bırakılmıştır. Bundan sonraki süreçte İngiltere ve Türkiye arasında Milletler Cemiyeti nezdinde görüşmeler devam etmiş, Musul’un geleceği konusunda ortak bir yol bulunamaması üzerine Uluslararası Adalet Divanı’ndan hukuksal konularda görüş istenmesine karar verilmiştir. Uluslararası Adalet Divanı’nın 21 Kasım 1925’te konu hakkında yaptığı açıklama, Milletler Cemiyeti’nin, Türkiye-Irak sınırının tespiti konusunda karar almaya hukuken yetkili olduğu şeklindedir. Milletler Cemiyeti’nin Musul Araştırma Komisyonu, Türkiye- Irak sınırı hakkındaki kararını 14 Aralık 1925 tarihinde açıklamıştır. Buna göre: “Bürüksel Hattı” Türkiye-Irak sınırı kabul edilecek (Musul, Irak’a bırakılmıştır); İngiltere’nin Irak’taki manda rejiminin süresi 25 yıla uzatılacak, İngiliz Hükümeti bölgedeki Kürt halkını koruyacak idarî önlemler alacaktı. İngiliz Hükümeti, Konsey’in aldığı kararı uygulamaya başlamış, öncelikle Irak-İngiltere arasında 13 Ocak 1926 tarihinde, geçerlilik süresi 25 yıl olmak üzere bir antlaşma yapılmış, sonra Sir Ronald Lindsay ve Tevfik Rüştü Bey arasında Türkiye-İngiltere ikili görüşmeleri başlamıştır. Bu süreçte Türkiye’nin tam bir siyasi yalnızlık içinde olması, Sovyet Rusya’nın tarafsız tutumu, İtalya ve Fransa’nın Türkiye üzerindeki artan baskıları, Türkiye’nin, İngiltere ile uzlaşma sürecini hızlandırmıştır. Bu arada (Eylül 1922 - Temmuz 1924) Iraklı Kürtler, Süleymaniye merkezli yarı bağımsız Kürdistan Krallığı devletini kurmaya teşebbüs etti. Şeyh Mahmut Berzenci kendisini 'Kürdistan Kralı' ilan etti.  Sevr Antlaşması'ndan sonra, Süleymaniye ile bütün bölge Birleşik Krallık yüksek komiserliğinin denetimi altına girdi. Eylül 1922'de Özdemir müfrezesinin İran'a çekilmesinden sonra, Birleşik Krallık Şeyh Mahmut Berzenci'yi vali olarak tayin ettiyse de Şeyh M. Berzenci Kasım'da tekrar kendisini Kürdistan Krallığı'nın kralı olarak ilan etti. Lozan Antlaşması'ndan sonra Birleşik Krallık yüksek komiserliği, Irak'ın bütün bölgelerini birleştirmek isteyince Şeyh Mahmut Berzenci buna karşı çıktı. Mahmut Berzenci ve hükümetin teslim olmaması üzerine, Birleşik Krallık Hava Kuvvetleri Süleymaniye ve çevresini bombaladı, bölgede çatışmalar meydana geldi. 24 Temmuz 1924 yılında kesin olarak Birleşik Krallık Mezopotamya Mandasına bağlandı. Ankara Anlaşması (5 Haziran 1926) Uzun süren pazarlık sürecinin sonunda Türkiye-Irak Sınırı ve İyi Komşuluk İlişkileri Antlaşması; Türkiye, İngiltere ve Irak arasında 5 Haziran 1926’da Ankara’da imzalandı. Ankara Antlaşması ile Türkiye-Irak sınırı çizilmiş ve Türkiye, Musul Vilayeti üzerindeki haklarından vazgeçmiş, 25 yıl boyunca Irak petrollerinden yüzde 10 pay ödenmesi kabul edilmiştir. Anlaşmaya koyduğu ek bir protokolle İngiltere, petrol hisseleri karşılığında Türkiye’ye 500 bin pound ödemeyi teklif etmiştir. Türkiye, Musul petrollerinden 25 yıl süreyle yüzde10 hisse almayı sürdürmüş ve 500 bin poundluk öneri devre dışı kalmıştır. Türkiye, Musul üzerindeki haklarından, üniter ve bağımsız bir Irak için vazgeçmiş, Irak’taki siyasi ve ekonomik istikrarın korunmasını sağlayacak ve dış müdahaleleri bertaraf edecek; ortak coğrafyanın ürettiği sorunları çözmek ve güven boşluğunu gidermek için işbirliği ve ticaret antlaşmaları imzalamış, hatta bölgede güvenliği sağlamak üzere kurulan Orta Doğu ittifaklarında öncü ve uzlaşmacı bir misyonla yer almıştır. Musul Sorunu Musul sorunu, 1990’larda yeniden Türkiye ve dünya kamuoyunda gündeme gelmiştir. Şüphesiz SSCB’nin dağılmasıyla beraber Soğuk Savaşın sona ermesi, ABD’nin küresel liderliği tek başına ele geçirmesi ve Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgali, ABD’ne Orta Doğu’ya daha güçlü olarak yerleşme fırsatı vermiştir. ABD öncülüğünde Irak’ta gerçekleştirilen I. ve II. Körfez Savaşlarıyla Türkiye-Irak ilişkileri ve Musul sorunu hakkında yayınlar ve çalışmalar artmış, adeta yeniden keşfedilmiştir. ABD, Saddam rejimini değiştirmek için Kürt grupları öne çıkartırken, Türkiye’nin geleneksel Irak algılamasını zorlamıştır. Bu durumda ABD, Irak konusunu operatif düzeyde bir sorun olarak algılarken, Türkiye bunu bir bekâ sorunu olarak görmüştür. ABD, Mart 2003’den itibaren, müttefiklerini dikkate almadan tek yanlı askeri stratejiler uygulamış, diğer ülkeleri yok sayan bir tavır takınmış ve de bölgeyi işgal etmiştir. İşgal sonrası Irak yönetimi gücünü yitirmiş, bölgesel dengeler değişmiş, yeni aktörlerin güç kazandığı, belirsizliklerle dolu bir durum doğmuştur. Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması Türkiye'nin ve bölge ülkelerinin istikrar ve güvenliği için hayati öneme haizdir. PKK terör örgütünün Irak’taki varlığı, Kerkük’ün statüsünün belirsizliği, petrolün adil paylaşımının sağlanamaması, tüm kesimleri kapsayan bir hükümetin oluşturulamaması, tartışmalı bölgelerin durumu gibi sorunlar, bölge istikrarını etkileyen faktörlerden bazılarıdır. Irak’ın belirsizliği ABD’nin Irak’ı işgalinden 7 yıl sonra Irak’taki ABD Güçlerinin Statüsü Antlaşması gereği 2011 yılı sonuna kadar Irak’tan çekilmeye başlamış, kalan yaklaşık 49 bin askerin de yılsonunda çekilmesi kararlaştırmıştır. ABD’nin Irak’tan çekilme kararı, Irak yönetimince tepkiye yol açmıştır. Irak Dışişleri Bakanı, 31 Ağustos 2010 tarihinde, “Hala ortada bir hükümet yokken çekilmeleri, yapılan tüm fedakârlıklar tehlikeye sokacak” demiştir. Şii Başbakan Nuri El-Maliki ise “İşte şimdi Irak gerçek anlamda bağımsızlığına kavuştu” ifadesini kullanmıştır. Diğer taraftan, Irak’taki etnik gruplar ülke yönetimi konusunda farklı yaklaşımlarda bulunmuştur:
  • Sünni Araplar, ülke bütünlüğünü savunmakta ve federalizmi reddetmektedir.
  • Kürtler, özerkliklerini korumak ve etnik federal yapı istemekte,
  • Şiiler, uzun süre merkeziyetçi bir yapıyı savunmuştur.
Mart 2010’da gerçekleşen seçimlerden sonra, Kürt İttifakı'nın destek vermesiyle, Nuri El-Maliki hükümeti uzun bir aradan sonra kurabilmiştir. Türkiye ise Sünnilerin dışlanmadığı, ulusal bir hükümet telkininde bulunmuştur. İran yanlısı Şii gruplar, Iraklılık bilincini koruyan Şii Arap gruplar, Sünni Araplar, Baas yanlıları, Kürtler ve Türkmenler hep beraber bir hükümet içerisinde yer alsa dahi, düşünce yapısı itibariyle işbirliği yapmaları kolay olmamıştır. Kürt yönetiminin Kerkük’ü topraklarının içine alması gibi, Irak Anayasası’nda öngörülenin ötesinde avantaj elde etmek istemişlerdir. Petrolün büyük bir bölümü Kürtlerin ve Şiilerin bölgesindedir. Kürtler, Bağdat’ın ikazlarına rağmen başka ülkelerle petrolün çıkarılması ve işletilmesi için ikili anlaşmalar imzalamıştır. Kerkük’ün statüsünün belirsizliği, bölgedeki gerginliğin artmasına neden olmaktadır. Türkiye, Kerkük’te çözüm olarak Türkmenlerin haklarını da göz önünde bulunduran özel bir statüyü savunmaktadır. Ancak Kerkük’ün yerlileri durumundaki Türkmenler sürecin dışında tutulmaktadır. Sünni Araplar hem siyasetten hem de ekonomik hayattan kendilerini dışlanmış hissetmekte ve direnişin esas kaynağını oluşturmaktadır. Bu kısmı Prof Dr. İlber Ortaylı Hocanın, “Irak yaratma bir devlet olduğu için parçalandı” sözüyle tamamlayayım. Türkiye’nin güvenlik politikası Türkiye, işgalin başından beri Irak’ın toprak bütünlüğünden yanadır. Bu bütünlüğü sağlayan merkezi hükümeti desteklemiştir. Irak'ın kuzeyinde ABD çekilirken bıraktığı harp silah, araç ve gereçlerle donatılan çeşitli gruplar Türkiye için tehdit oluşturmaktadır.  Irak kuzeyindeki Kürt bölgesel yönetiminin ekonomik alanda güçlenmesi, bu bölgeyi cazibe merkezi haline getirerek Türkiye’deki ayrılıkçıları etkileyebilir. ABD’nin bölgeden tamamen çekilmesi ile yalnızlaşan Kürtler, Türkiye’ye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyacaktır. Bu durum Türkiye için değerlendirilmesi gereken bir fırsat olabilir. Irak petrollerinin Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı ile Türkiye üzerinden dış pazara açılmasında menfaat birliği olduğu açıktır. ABD’nin, Kuzey Irak dâhil Irak’tan çekilmesi, Ankara’nın, Erbil üzerinde daha etkili olmasını, etkili önlemleri daha rahat almasını sağlar. Kürt bölgesel yönetimi Kürt bölgesel yönetimi taslak Anayasasının “giriş” bölümünde Sevr Anlaşması’na atıfta bulunarak, “Büyük Kürdistan” vurgulaması yapmış ve Türkiye’deki toprakların kendilerinden koparıldığı imasına yer vermişti. Anayasa taslağında Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkı gizli tutularak, Kerkük Kürt bölgesinde gösterilmiştir. Bölgenin resmi dilleri Kürtçe ve Arapça olarak tanımlanırken, Türkmen ve Asurilerin çoğunlukta bulundukları bölgelerde Türkmence ve Asurice ana dil olarak kabul edilerek, her türlü eğitim ve öğrenim hakkı da tanınmıştır. Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti emsal yaratabilir. Özellikle Suriye’nin dış baskılar, ekonomik ihtiyaçlar ve beklentiler, kendi içindeki Kürt sorununu esnek tutabilir. Diğer komşu ülkelerin bir Kürt devletini engellemek için gösterecekleri çaba ve yapacakları fedakârlık sınırlı kalabilir. 1991'den sonra Irak'ın kuzeyindeki yapılanma 36. Paralel adı altında ABD başta olmak üzere, İngiltere ve Fransa tarafından korunmuştur. Bu koruma görevini ise Çekiç Güç üslenmiştir. Bu gelişmenin sonucunda Kürt Federal bölgesinin oluşmasına yönelik siyasal alt yapının da hazırlanmış olduğu söylenebilir. 2003 sonrasında "Kürdistan Bölgesel Yönetimi adı altında fiili olarak federal bir yapılanma, 2005 yılında kabul edilen Daimi Irak Anayasasında yasal statüye kavuşturulmuş oldu. Kürtler bu tarihten sonra anayasa zırhına bürünerek statülerini belirlemeye başlamıştır. Suriye ve Irak’ta yaşanan iç savaş ve Irak’taki otorite boşluğu DEAŞ (İŞİD-Irak-Şam İslam Devleti) gibi illegal yapılanmaların Musul’u işgali ve sonrasındaki gelişmeler, sorunun boyutunu değiştirmiştir. Sonuç Aidiyet, bambaşka bir duygudur. Özellikle atadan kalan gayrimenkulün satışını veya başka bir vesileyle elden çıkışını unutamıyor insan.  Hele bu Misâk-ı Milli'de geçip de bugünkü sınırlarımız dışında kalan Batum ve Musul gibi vatandan bir parçaysa ‘milli şuuraltındaki’ yerini ilelebet koruyor. Üç Sancak (Elviye-i Selâse) Meselesi, 1878 yılından başlayıp, 1921 yılına kadar sürdü. Misâk-ı Milli hedefleri içerisinde yer alan Üç Sancak Kars, Ardahan bölümü Anavatan'a katılmış; Batum Moskova ve Kars Antlaşmalarına göre sınırlarımız dışında kalmıştır. Batum'u terk etmek zorunda kalmak Türkiye için; Anavatan'dan ayrılmış olmak da Batumlular için çok zor olmuştur. Moskova Antlaşması, 21 Temmuz günü Meclis'te görüşülürken; Batum Milletvekilleri, bir önerge sunarak; Moskova Antlaşması'nı reddetiler. 7 Eylül 1921'de de Batum Milletvekili Arif Bey, Batum'un kaybedilmesinin nedenlerini sıralarken; bunun askeri mağlubiyetten ziyade, siyasi bir mağlubiyet olduğunu belirtti. İlk arkadaşım, ulu çınarım, başöğretmenim dedem Hüseyin Karaahmetoğlu (Türker), ortaokul çağında olamama rağmen, zaman zaman benimle memleket meselelerini  de konuşurdu. Bu konuda söyledikleri çarpıcıydı: “Unutma evlat! Biz Batum’u savaşla vermedik. İngilizlerin entrikasiyla verdik. Bunu sakın aklından çıkarma. Onlar için üç “B”çok önemlidir; Batum-Bakü ve Bağdat (Musul).” Dedem çok haklıymış. Dün olduğu gibi bugün de dünyada olup bitenler bu eksen üzerinde yoğunlaşıyor. (Bahtiyar Türker, Dikey Kuşatma) Musul sorununa gelince, Türkiye Cumhuriyeti ve Birleşik Krallık arasındaki toprak sorunu, 100 yıldır Türkiye için kanayan bir yara olmayı sürdürmektedir. Musul meselesinin Milletler Cemiyeti'ne havalesi ile İngilizler amaçlarına ulaşmışlardır. Türkiye Ankara Antlaşmasını imzalayıp, Musul meselesini sonuçlandırma, ülkeyi Sovyet Rusya'nın tekelinden kurtararak, bir an önce batı dünyası ile ilişkilerini düzenleme zorunda kalmıştır. Ankara Antlaşması (5 Haziran 1926) ile Türkiye-Irak sınırı çizilmiş ve Türkiye, Musul Vilayeti üzerindeki haklarından vazgeçmiş, Türkiye’ye 25 yıl boyunca Irak petrollerinden  yüzde 10 pay ödenmesi kabul edilmiştir. Ancak 25 yıllık petrol gelirine karşılık Türkiye'ye on sekiz yıl düzenli ödeme yapılmış, Irak Hükümeti tarafından ödenmesi gereken meblağdan yaklaşık 2 milyon sterlin eksik ödenmiştir. Musul, günümüzde özerk Kürt bölgesi ve Irak devleti arasında belirsiz bir statüye sahiptir. Arap Baharı’ndan sonra Suriye’ye sıçrayan 2011 yılında iç savaşa dönüşen ve yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine ve özellikle Türkiye’ye kitlesel göçe neden olan savaş, hakim güçlerin Orta Doğu’ya sahip olma mücadelesidir. İç savaş algısı yaratılıyorsa da vekâlet savaşı tarzında yürütülen bu savaş politik, ekonomik, sosyo-kültürel ve güvenlik alanlarında pek çok bölgesel sorunları da beraberinde getirmiştir. Türkiye’yi de ağır biçimde etkilemektedir. Geçmişte Irak genelinde ve özellikle Musul'da büyük acılar yaşandı, terör örgütü DEAŞ'ın yenilgiye uğratılmasının üzerinden geçen 4 yılda özellikle Musul'un yaraları sarılmaya devam etmektedir.  (Musul Baş Konsolosu, Mart 2022) Noktayı da Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın sözleriyle tamamlamak istiyorum: “Musul bir muamma ve çözülmeden kalmıştır.”