Ardında durmadan yıkıntılar bırakan bir 20 yıl geçti coğrafyanın üzerinden.. Soru şu olmalı: Neleri kazandık, neleri yitirdik? Kimleri kazandık kimleri kaybettik? İşte bu soru kanırtmalı beynimizi ve işte bu soru dudaklarımızda bir cevap bulmalı.. Hatta; çok soru sormalı, çok cevap bulunmalı.. Biz yaklaştık dedikçe, bizden uzaklaşan bu aydınlığın çizgisi nedir? Nerededir bu ufkun ışığı? Bir ben miyim karanlığın şahlanışını duyan? Bir ben miyim koca bir sitem içinde boğulan? Hiç düşündünüz mü? Afilli bir sessizlikte ısrar ettikçe ne kalacak sizden geriye? İnsanı gelişmezse, bir ülke gelişir mi? Sormuyoruz. Sormadığımız hiçbir şeye cevap alamıyoruz. Cevapsız her şey çözümsüz kalırken, uzaklaşıyoruz ışığın çizgisinden ve kalıyor umut, tozlu bir rafta.. Bir yangını söndürür gibi 100 yıllık aydınlığı söndürmeye çalışanların, 20 yılda yarattığı karanlığın etkileri bir türlü sönmüyor.. Her güne yeni skandallar düşüyor.. Kolay para kazanıp birden köşe dönmenin bırakın sorgulanmayı, yüceltildiği ortamda tek çıkar yollarının okuyup bir yerlere atanmak olan gençlerin sınavları da şaibeye bulandı, karanlığın altında kaldı.. Son 20 yıllık tarihimizde; politik, toplumsal ve ekonomik yönden yerimizde saydığımızın hatta, daha da kötüye gittiğimizin apaçık bir kanıtı oldu… Bir torpili olmadığı için iş bulamayan gençler, ağır koşullarda asgari ücrete razı bırakılan işçiler, geçinebilmek için başka işler yapmak zorunda kalan sanatçılar… Bu sağlıksız politikalarla milyonerler yaratılırken, açlık sınırında yaşayan insanlar da giderek çoğalıyor… Bir taraftan üzüntü ve korku ile engellenmemiş yoksul hayatlar var olma mücadelesi verirken, öte yandan; endişe, şüphe ve dizginlenemeyen tutkularla birlikte zengin yaşam sürenler arasında yaşanan toplumsal dönüşüm; liyakatli olmak değil, bir zümreye ait olmak için kışkırtılan sınıf atlama hayallerini pompalıyor.. Kimse kimsenin arka planda yaşadığını, verdiği sessiz savaşları ve ödediği bedelleri görmüyor, görünse de anlayamıyor.. Yaşamsal ihtiyaçların yoksunluğu bireyleri; yorgun, çaresiz, düzenin çarkları arasında bırakıyor.. Ve artık toplumun üyelerinin birbiri için hiçbir önemi kalmıyor ve bu da bizleri  toplumsal çöküşe doğru hızla sürüklüyor.. Evet, halimiz gitgide; şartların ağırlığı hallerinden belli, bezginlikleri yüzlerinden okunan insanlara, yaşam endüstrisi içinde harcanmış hayatlara dönüyor.. Her şeyin ve herkesin bel bağladığı olası bir seçim, tüm bunlara bir çözüm olur mu, o zamana kadar toplum dayanabilecek gücü bulur mu, bilmem.. Ama sokakların gözünde ve dilinde görüyorum ki, hepimiz ıssız bir yol ortasında, nereye dümen çevireceğimizi bilmeden gidiyoruz.. Harcanmış hayatlar yaşıyoruz.. Ve yaşamak, artık direniş olmuyor kızıl bir tan yerinde.. Yaşamak, acı bir yel yürekte.. Yaşamak, bir küfüre dönüşüyor dilde…
Editör: Ömür Ünver