Meclis kürsüsü arkasına yazılmış “EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR” ifadesini
bilirsiniz. Hani şu kocaman, ışıldayan ve güven veren yazı...
Bu öyle alelade söylenmiş bir söz değil tabii; türlü zorluklar aşıp önemli sorumluluklar sırtlanarak o duvarda kendine yer edindi.
Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde millet iradesinin benimsenmesiyle filizlendi.
Bu kongrelerde belirlenen esasların 12 Ocak 1920’de Istanbul’da çalışmaya başlayan Meclis’te Misak-ı Milli ilkesi doğrultusunda kabul edilmesiyle yola çıktı.
Ardından, TBMM’nin 23 Nisan 1920’de açılmasıyla hayata geçti ve 20 Ocak 1921’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilk maddesi olarak resmileşti.
Bitmedi...
Egemenlik esası, 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu Üçüncü Madde’de “Hâkimiyet bilâ kaydü şart Milletindir.” olarak belirtildi.
“M” harfi ilk olarak orada ayağa kalktı.
1925’te II. Meclis Binası’ndaki Meclis kürsüsü arkasına Hattat Mehmed Hulusi Yazgan tarafından hazırlanmış, Osmanlı Türkçesi ile yazılmış olan “Hakimiyet Milletindir!” levhası asıldı.
1 Kasım 1928 yılında ise yeni Türk harflerinin kabul edilmesi ile kürsü arkasındaki levha, tamamı büyük harflerle “EGEMENLİK ULUSUNDUR” şeklinde yenilendi.
Öte yandan kanunda “Hâkimiyet bilâ kaydü şart Milletindir.” ibaresi, 1945 Anayasası’nda
Türkçeleşmesi sağlanarak “Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir.” hükmü ile son halini aldı.
1961 ve 1982 Anayasalarında da yazımı korundu.
“....Milletindir.” kelimesinin “M” harfi her milleti değil, “Türk Milleti”ni kastettiği için ayakta
durmaktadır.
Türk Milleti söz konusu ise, harfler bile saygı duruşuna geçmek zorundadır.
Peki kanun düzenlenirken duvardaki kalır mı sizce?
6 Ocak 1961’de açılan ve hala hizmet veren III. Meclis Binası’nın Meclis kürsüsü arkasındaki
duvara da pirinç harflerle “EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR” olarak yazıldı.
İşte bu meşakkatli yolculuk sonunda, egemenlik ilkesini temsil eden ifade, nihayet sırtını en güvenli binanın, en güvenli duvarına yasladı.
Yalan yok, bir süre de yeri sağlamda kaldı. Parıl parıl parladı.
Fakat gel zaman git zaman, yüzü daima Millet’in vekillerine dönük; “Siz milletin dilisiniz!” diye överken, diğer taraftan “Sizi millet seçti, unutmayın!” hatırlatması yapan muazzam cümlenin sonundaki “r” harfine bir şeyler oldu.
Adeta düştü...!
Başlarda bu yokluk fark edilmedi, desek yeridir. Ama zaman geçtikçe uzuv yokluğu gibi
hissedilmeye başladı.
“Milletin efendisi” ve “....herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete müstahak ve layık olan köylü”; efendinin milleti oldu.
Eserleri, yeni nesiller olacak öğretmenler; efendilerin esiri oldu.
“...el öpmez; eli öpülür!” denen sanatkarın “İnsanlık”ı ucube oldu.
Doğa, doğurganlık ve bereketle özdeşleştirilmiş Kibele’nin Ana-dolu’sunda; “Ana”ya “git" dendi, “dolu”su da boşaltıldı zaten.
Sanki “Eğer tüccarlar bizden olmazsa, milli servetin önemli bir kısmı şimdiye kadar olduğu gibi, yine yabancılarda kalacaktır.” dendiğini kimse duymamış gibi; ticareti bütünüyle yabancılar yönetir oldu.
Halk döviz alırken, artık döviz halkı alır oldu.
Evet hakikaten bir zamanlar “Hakimiyet Milletindi!”.
Ama diyorum ya; o “r” harfine bir şeyler olurken “M” harfi de dirayetini yitirdi.
Şimdilerde “millet”, hakim olanınmış gibi görünse de, hatırlatmakta fayda var:
"Hakimiyet Milletindir!” yalnızca 30 Kasım 1925’te (96 yıl önce bugün) duvara asılmış alelade bir yazı değildir.
Daima ayakta kalacak olan, TÜRK MİLLETİ’nin iradesini temsil eden, ilkedir.