İtalya’nın başkenti Roma’nın ortasında meşhur Flavianus Amfitiyatro bulunmaktadır. Tüm turistik turların, İtalya reklamlarının parçası olan yapıyı, bizler daha çok “Kolezyum”olarak tanırız. Dünya’nın yedi harikasından biri olan arenanın hikayesi de bilindik... Eski dönemlerde dramalar, oyunlar ve infazlar düzenlenen bu yerde, insan dövüşleri en akılda kalanlardır. O kadar ki; Russell Crowe’un “Gladyatör”ü tam da bu insan dövüşleri üzerineydi. Hayvanlara karşı hayatta kalma mücadeleleri vardı. Bazen grupça bazen de teke tek dövüş sahnelerini izlemiştik filmde. Bir adamın özgürlük ve onur savaşıydı adeta... ✱✱✱ Yıllar sonra başka bir yapımda daha bu tip dövüşleri gördük. Taht Oyunları dizisinde... Bu sefer arenadaki yaşam mücadelesi sahneleriyle birlikte, infaz edilmemek için dövüşmeyi seçen suçluları da seyrettik. Cezası onaylanmış kişi tahtın gladyatörü ile dövüşerek canını kurtarmaya çalışıyordu. Hatta kendi yerine başkasını dövüştürüyordu; vesaire... ✱✱✱ Bu aralar benim hayatımda da farklı mecralarda karşıma çıkıyor gladyatörlük kavramı... O sebeple tekrar izledim bu yapımları. Gurur kaynağı gibi görünse de öyle matah bir şey değil, aslında. Çünkü gladyatörün ipleri başkasının elindedir. Hayatta kalmak için savaşır ve yükselir, yükseldikten bir süre sonra ünvan alır. Şakşaklanır, alkışlanır, şişirilir. Neredeyse özgürmüş gibi hissettirilir. Ama işin özünde gladyatör daima birilerinin hizmetindedir. Efendisinin... ✱✱✱ Ancak efendiden de kan dökenden de daha önemli olan seyircidir. Çünkü izleyecek biri yoksa, adı dövüş değil kavga olur. Para etmez... Ünvanı ardından getirmez... Gerek ekranda gerekse gerçek hayatta; ortadaki manzarayı dikkatle takip eden birileri olması gerekir. Seyirci ister taraf tutsun, ister bahse girsin, isterse çekimser olup sessiz kalsın; farketmez. Onun varlığı itişmenin statüsünü değiştirir. Üstelik efendiler de aynı zamanda seyircidir. Hem de her koşulda kazanan türden... ✱✱✱ İşte birkaç gün önce de, aynı temalı kısa bir film daha yayına girdi. Oldukça kısa... 1 dakika 58 saniyelik yeni bir başyapıt... Dekor çok sade... Yüksek bütçeler harcanmadan; iki berjer ve bir sehpa ile çözülmüş. Arka planda bir takım resimler ve canlandırmalarla desteklenmiş. Kurgu da basit... “Yardımcı oyuncu soracak, başrol cevaplayacak.” şeklinde sahne alınacak. Ardından sürpriz son gelecek... ✱✱✱ Gerçekten de sürpriz oldu hepimize... Senaryo çok etkileyiciydi. Gladyatör, yardımcı oyuncu sohbet ortasında kulaklık için debeleniyor. İmdadına da köle rolündeki figüran yetişiyor. Ancak kölenin performansından memnun olmayan dövüşçü kıvrak bir el hareketiyle tokat atıyor... Şrakkk... Ve kaldığı yerden sohbete devam ediyor. ✱✱✱ Fakat bu yapımı muazzam kılan ne gladyatörün çevikliği ne de kölenin performansı... Konuk koltuğundaki başrolün sakinliği, istifini bozmadan repliğini okumaya devam edişidir... "Neden gladyatörü değil de konuğu başrol yaptın?” diye sorabilirsiniz. Yaşanan talihsiz olayda tokat ne kadar facia olursa olsun; konuğun tepkisizliğinin önüne geçemez. Rolünü, kendisi belirleyerek başrole yükseldi... Tabir-i caizse “seyirci kalan efendi” olmayı seçti... ✱✱✱ Tek sözü ile yayına ara verdirip sorunun çözülmesine fırsat verebilirdi. Belediye başkanının nüfusu herşeyin farklı cereyan etmesine yeterliyken kameramanı hırpalayan sunucunun istifası ile kapatıldı konu. Böylelikle her koşulda kazanan efendi, filmin adını belirlemiş oldu: Gladyatörün hazin sonu...

Editör: Ömür Ünver