Günler; zembereğinden boşalmış bir saat, kapımızda huysuz bir at.. Çalışıyor, uyanıp yeniden çalışıyoruz.. Herkeste; bir mutsuzluk, umutsuzluk.. Geçenlerde bu düşüncelerle kasvetli bir günü, üzerimde şarabi bir bulut, susamışçasına içtim.. Çabada pes ettiren bir şey var hayatla aramızda, biliyorum.. Sanki Notre Dame Katedral meydanındayım ama eksik bir şeyler var. Esmeralda’nın şarkısı yarım kalmışta, Quasimodo’nun kalbi kırılmış gibi.. Yeni gün içimde ağarırken buldum kendimi “aşk” dedim seslice eksik olan.. “Sincapları uçarken görmek gibi mucize bu istediğin” diye, bir gece sineği kesti iç sesimi.. Pencereden sızan hava serin, Ankara’nın buğusu yağmurla buluşmuş, alaca saatte, çalgısını kapamış yorgun zurnacıyla göz göze gelen sokak lambasının garip romantizmi yağıyor.. Gülümsedim. Kırılgan gecelerden de romantik bir güne başlamak mümkün. Dedim. Evet; mavi bir çarşafı, başında martıları yoktu sabahın ama.. Büyülüyordu toprak kokusu.. Fark ettim ki; toplumca ceplerimiz gibi, hayallerimizde boşaltılmış, hep bir yorgun telaş, adı yaşamak konmuş, sevmeler unutulmuş.. Oysa; Troyalı Helen’ den günümüze.. Dünya; ne savaşlar, salgınlar, kıtlıklar, görmüş geçirmiş.. Yine de bu yüzyıllar; yaşarken ve direnirken, yeryüzünü aşkın yüzü eylemiş.. Şimdi; yiyor, içiyor, çiftleşiyoruz. Ya peki aşk? Hangi kuytuda bıraktık ta güneşsiz, kalmadı gölgesi bile.. Bir kara humma sanki sevgisizlik.. Yayılarak sarıyor yaşamı, birçok seçeneği geride bırakarak. Oysa; aşk ta toplumsaldır.. Yücelmesi duyguların, toplum olarak özelliklerimizin imgelerimizle değer kazanması.. Aşk, özgürlük değil midir? Ve yahut; bir ağacın direnişi, bir kedi bakışındaki buğu, o gözlere aşık etmez mi sizi? Her ne varsa başa gelen, yani toplumsal sorundan, sosyal çıkmazlara.. Coşkuyla baş etmez miyiz, candan olan Aşk’la.. Korkuyor ve biçim veremediğimiz her şeyin şeklini alıyoruz.. Romantizm olaylardan doğru etkilenen duyarlılıktır biliyoruz ama romantik denmesinden ürküyoruz.. Kopuyoruz; bir şeyi aşkla yapmaktan, istemekten, aşkın kendinden.. Unutuyoruz beynimizin; aydınlanmanın, ruh ve bedenin kesiştiği noktada ki makamı olduğunu, sorunlarla boğuşurken, arafta kalıp, yaşamayı unutuyoruz.. Dolanırken iz düşümlerimde; Aşksızlığın; A noktasından B noktasına götürmediği gibi hiçbir yere varmadığını gördüm.. Sevilmemiş, itilmiş, horlanmış ve bu duyguların acısıyla sarsılmışlar.. Sarılmanın iyileştirici olduğunun ayırdına varamadan SALDIRIYOR, Sevmeyi bilmiyor, kimseye de izin vermiyorlar.. E peki dedim, onlara nasıl cevap vermeli.. İmgemdeki Siyah kuğu seslendi.. Aşkla. Ama, önce kendinden başla.. Yok, bir elma düşmedi kafama ama, gecenin düşündürüp, günün fark ettirdiği, yaşadığım bir aydınlanma.. Her şeyle baş etmek için hayatı hissetmek, bunu da aşkla istemek lazım.. Şimdi; bir kış sardunyasının yanından geçip, dokunacağım benim olana, yüreğimdeki süveydaya.. Biliyorum.. Geçer zor zamanlar.. Bir gün biter bu yıkımlar.. Yeter ki savaşalım halisane bir aşkla...