Tüm ülkeyi etkisine alan bir dizi sonunda çıktı. O kadar mutluyum ki… Kendi tabirleriyle sadece “total”e iş yapmayan bir dizi izlediğim için ilk kez Türk prodüksiyon camiasına teşekkür ederim. Tabii ki Bir Başkadır’dan bahsediyorum. Ben karakter karakter izledim diziyi bir bütün olarak bakamadım. Çünkü her karakter ayrı ayrı içime işledi. Ara ara kendime teşhis bile koydum “Acaba bende çoklu kişilik bozukluğu falan mı var?” dedim. Her karakterden de bir parça bulamam ya kendimde… Şimdi sen nereden Meryem’sin diyeceksiniz aslında Meryem olduğumuz o kadar çok an var ki. Meryem bizden bir tık daha iyi olan insanların karşısında yaşadığımız mahcubiyetin ama aslında öğrenme çabası içindeki zekâ kıvılcımlarımızın ta kendisi. Meryem mandalina yerken dizi izleyip hayattan hiçbir beklentisi olmadan hülyalara dalıyor ya o an Meryem’im mesela. Birini reddederken daha Meryem olamam ama ilgisiyle utanıp aslında içten içe sevinirken “Hah burada da ben ya bu kız.” dedim. Çoğunlukla Peri’yim diyordum. Eğitimli, aristokrat, beyaz Türk Peri’yim. Peri her şeyin üstünden bakabilen, toplumu sert kalıplarıyla eleştiren bir kalpsiz gibi görünse de içten içe sevgiye o kadar ihtiyacı var ki. Peri gerçekten maskeleri olmadan sevilmeye o kadar aç ki. Etrafınızda belirli bir sosyo-ekonomik düzeye ulaşmış tüm beyaz Türkler Peri aslında. Gülbin o ailenizin yanında kendiniz olamadığınız ama üzerinize yapışmış gerçeklerin ta kendisi. Kendinizi ne kadar eğitirseniz eğitin ne kadar geliştirirseniz geliştirin baba evine girdiğiniz an eleştiriler, takdir edilmemeler ve beğenilmemeler hortlar ya hah işte biraz da Gülbin oluyor insan orada. Yasin çaresizlik ve güçlü olmak arasında kaldığım her anı hatırlattı bana. Sorumluluk almak zorunda olduğum her dakikanın tek tek hesabını sordurdu. Vücut dilindeki gerginlik, yüzündeki gerçeklik kaçamadığım her noktanın suratıma çarpılması gibiydi ama gözündeki ateş de “dobarlan bırakma gendini” anlarımın sembolü oldu. Hoca oldum bazen. Yeğenlerime hayat dersi verirken acaba onları yanlış mı yönlendiriyorum diye düşünmediğimi fark ettim. Bir arkadaşıma tavsiye verirken yerli yerinde mi diye düşünmediğimi anladım. Hoca beni düşünmeye teşvik etti. “Başkalarına akıl verirken sakin ol kızım.” dedirtti bana. Ruhiye emdi ruhumuzu değil mi? Küçücük bir olayda hayattan tat alamadığımız anlara gidelim mi? İşte Ruhiye gibi etrafımızdakilerin ruhlarını emen birer minik vampire dönüşüyoruz. Ruhiye intikam ateşi, Ruhiye affedememe, Ruhiye kalp kırıklıkları ve depresyon. Kaçıp gitme hissinin ta kendisi ama kendini bulabilmenin de adresi oldu. Onu izlerken neleri büyüttüğümü fark edip nelerden kurtulmamın sağlıklı olacağını anladım. Muhafazakâr tarafım, yıkamadığım kurallarım ve içten içe kendi muhitimin bağnazı olduğumu Gülan’da fark ettim. Gülan o kaskatı hallerimin tasviri oldu. Dizinin kanayan yarası Sinan. Günümüz kadınlarının belalısı. Kimsin nesin anlamadığınız o kırık kalpli çapkınların temsilcisi Sinan. Sinan’da kendimi bulamadım ama hayatlarımızdan mutlaka geçen Sinanları buldum. Diziyi kiminle tartışsam hepimizin bir Sinan örneği oldu. İçi boş, yalnız, lakayt hedef odaklı Sinanlar. Ben Sinanlara prim verilmemesi gerektiğini yıllardır söylerim. Köşe yazılarımda Sinanlardan uzak durun diye yırtınırım ama mutlaka bir Sinan’a kaptırırım sevdiğim arkadaşlarımı. O spor salonundaki sahne kendisi hakkındaki konuşmaları duymak, sanırım Sinan mağduru tüm kadın arkadaşlarımın hayalidir. Arkadaş grubu içinde onu küçük düşürürken arkada tesadüfen gerçek duygulara ve düşüncelere tanık olması sanırım tüm kadınların içinden geçendi. Sahnenize sağlık! Ben buyum derken Hayrunisa oldum. İçim içime sığmadığı ama rol yaptığım anların çığlığını baş örtüsünü açıp evden gittiği sahnede hissettim. Ben oldu, o oldu, sen oldu o an hepimiz oldu ama vazgeçmedi kendisi olmaktan. Berkun Oya aslında Türkiye’de bin defa işlenen bir konuyu öyle bir portre belgesel tadında anlatmıştı ki dizi bitince evden misafirleri gönderip kapı arkasında “Ulan ne sessizlik be.” dediğim o anı yaşadım. Ama en güzeli de her karakteri tanırken “E bu ben.” dediğim o anlardı. Kullanım kılavuzu bile okumayan bir ülkeye jenerik izletmek de sanırım 90. Dakika golüydü. Ferdi Özbeğen’i Kaybedenler Kulübü’yle bir nesile zaten sevdirip öğretmişlerdi ama artık Türk Hafif Müziği diye bir güzelliğin olduğunu da ispatlamış oldular. Cuppa cuppa clubber müziklerinden sıdkımızın sıyrıldığı bu günlerde, ruhun gıdası gerçek Türk Müziği’nin hatırlatılması Ali Farkhonde’nin parlak zekâsı diye tahmin ediyorum. Ben Bir Başkadır’ı bir hikâye olarak değil bir kişilik bölünmesi olarak izledim. Her kişilikle salonda oturdum bir kahve içtim ve dizi bittiğinde Netflix gibi uluslararası bir platformda gururla arkasından konuşabileceğim bir dizi olduğunu bilmekten yana çok mutlu oldum. Hayatımın büyük bir kısmı film ve dizi izleyerek geçmiş olduğu için nerede ne aramam gerektiğinden ziyade kimde neyi bulacağımı sorguladığım yapıtlara da büyük hayranlık duyduğumu söylemekten çekinmiyorum. Büyük bir zevkle izledim, yeri geldi içli içli ağladım yeri geldi kahkahalarla güldüm oyuncusundan, yönetmenine, kurgucusundan, ışıkçısına, kostümcüsünden, çaycısına, şoförüne, kameramanına herkesin bir kez daha ellerine sağlık. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum.