Halk uyandı, toplum her şeyin farkında, bilinçlendi, “geliyor gelmekte olan” muhalefetten tüm muhalif kesimlerde esiyor bir bayram havası.. Değil.. Toplum; bilinçlenmedi, uyanmadı.. Görünen; bıçağın kemiği de geçip iliğe saplandığı yerde, yaşatılanların sonucunda doğan zorunluluğun getirdiği “İnsanı Davranış” etkinliği.. Üçüncü bir seçenek olan, insanı ve yaşamı önceleyen “Barış”ı konuşmak yerine.. Bir kurmaca ile sistematiğe bağlanmış bir şekilde, neredeyse tüm medya ve TV kanalları “Savaş” başlığıyla; yorumcu, uzman, analistliğinde, Rusya mı? Yoksa arkasında AB, ABD gibi küresel güçlerin olduğu Ukrayna mı? Daha haklı, daha haksızı savunan dururken.. Yanı başımızda küçük bir deprem olsa ilk sallanan bizim ekonomimiz gerçeği unutuluyor.. Halk; kırılgan olduğu kadar kaygan bir finansal sistem içinde adeta yaprak gibi sallanıyor.. Yanlış dış politikalar, iç politikada giderek sertleşen uygulamaların sonuçlarının özünde hukukun bir garabet haline getirilmesinden kaynaklandığı göz ardı ediliyor.. Küresel bir krizin etkilerinin Avrupa’dan Asya’ya hissedilebilir olacağını tahmin etmek yeni bir şey olmasa gerek.. Coğrafyamıza dönecek olursak, 20 yılda ne yapıldı.. Önce; Kurumların içi liyakatsizleştirildi.. Sıra aydınların değersizleştirilmesindeydi.. Sağlıktan, eğitime özellikle de üniversiteler değersizleştirildi.. Spor da es geçilmedi, budandı.. Onu; sanatın ve sanatçının değersizleştirilmesi takip etti.. Şimdi tüm bu değerler; sorgulamadan uzak toplumun önüne atılmış birer malzeme gibi.. Evet; sorgulamadan uzak toplum. Zira; emeğin büyüyeceği üretim ve istihdam alanları yerine, tüketime dayalı, yardıma muhtaç insanlar yaratıldı ve “biat” denen bir kültür “yok ettiğimiz” değerler yerine konuldu.. Sonuç; Sıkışmış finans içinde, dar alanda siyaset manevralarına boğulmuş, yaşam içinde kıstırılmış insanların; “Açım”, “İşsizim, “Yokluk”, “Yoksulluk” feryadı.. Tüm ekin alanları bir bir betona teslim edilirken.. Kurum ve kuruluşlar “özelleştirme” başlığıyla, bir ülkenin can damarı olan “İletişim” gibi Türk Telekom satılırken.. Tütünden, şeker fabrikalarına kadar elden çıkarılıp.. Zeytinler, ay çiçeği alanları maden ocaklarına bırakılırken.. Turizmin can damarı tarihi dokular, sular altına gömülürken.. Elektrik özelleştirilip, geçiş garantili yollar kamudan özele kaydırılırken.. Ve tüm bunları öngörü ile görüp; karşısında duran; eğitimci, sanatçı, sağlıkçı, aydınlar.. Bir bir cezalandırılarak, değersizleştirilip toplum önüne atılırken... Eylemsellik yerine; bir kaç duyar kasmaktan başka bir şey yapmayanlarda.. Yine bugün feryat edenlerdi.. Kendilerinden kepçe ile aldıklarını, kaşıkla verenlerin, artık; kendilerinden alacak bir şeyleri kalmadığı için, damlayla bile veremeyecek hale geldiği., Ve biat etmenin karın doyurmayacağını anlayan bir kitle ile karşı karşıyayız.. Bilinçlenmiş bir toplumla değil.. Zira; yıllarca tüketime teslim edilen sadece yok edilen ülke kaynakları değil, halkın kendisiydi.. Üretim, düşüncede başlar, düşünmek yerine, sorgulamamayı düstur haline getirten bir sistem, elbette ki kendisiyle birlikte, halkı da tüketecekti.. Oysa; Varlık olan insanın yaşam döngüsünde üç temel etkinliği vardır.. Emek, iş ve eylem.. Şüphesiz ki, en yüce olan insani etkinliğimiz, bizi diğer canlılardan ayırma yeteneği “eylem”dir. İnsan; düşünen, gelişen, değişebilen en önemlisi konuşabilen sosyal bir varlıktır. Emek ise; insanın biyolojik varlığını devam ettirebilmek için zorunluluklarını karşılamakla yükümlü olduğu etkinliktir.. Bireyin; kendi var olduğu doğal alanın dışında, içinde bulunmak zorunda olduğu “İş” suni bir etkinliktir.. Bu sebeple insanın en önemli etkinliği “davranış” değil, eylemleridir.. Zira, Davranış; “istem dışı tepkiler” olarak belirirken.. Eylem; “birey tarafından meydana gelmesi sağlanan” edimlerdir.. Ülkece dönüm noktamız.. Aydınlığa doğru rotamızı belirleyecek olan.. Toplumun; karşı karşıya kaldığı zaman, zorunluluklarda sergilediği davranışlardan sonuçla, muhaliflerin tutunduğu bayram havası değil.. Toplumun; bilinçle hareket edeceği “eylem”lerdir.. Bu da; insanı ve yaşamı, evrensel hukuku önceleyecek bir düşüncenin, kitlesel olarak hayata geçirileceği edimleri bir an önce harekete geçirmekle mümkün... Şimdi.. İnsanı yaşanabilir yarınlara ulaştıran, davranışları değil, eylemleri olduğuna göre.. Biz; sadece ekonomik krizden kaynaklı bir davranışla sınırlı mı kalacağız.. Yoksa; bu krizlere neden sistemlere karşı eylemsel mi davranacağız..

Editör: Ömür Ünver