Yara öyle derinde, sızı öyle ince ki..

Oluk oluk kanıyor halk, durduracak tampon yok..

Evet, durum tam da böyle..

Tüm kaynaklar boşalmış, üretim daralmış, yatırımcı durmuş..

Evde, çarşıda, pazarda derin yoksulluğun kokusu yayılmakta..

Ve fakat toplum refleksi daldığı uykudan uyandı. Biliyorlar. On yıllardır toplumu algıyla yönetenler, mevcut argümanlarla artık algı yaratamadıklarını görüyorlar..

Tükeniyorlar. Tükeniş, baskıcı bir yayılmacılığın dozunu arttırıyor.

Gençlerin; bahar şenlikleri, sanatçıların konser yasaklarını, can çekişen ekonomiye geçici kamuflaj olarak görüyorlar..

Elbette, tek başına algı için değil, bir taşla iki kuş vurup “yaşam şekline” müdahalenin provaları da yapılıyor..

Özellikle kadının;

Melek Mosso için “ahlaksızlığı tetikliyor”,

Aynur Doğan’a “uygun değil” diyerek, kadının sosyal hayattaki varlığı kısıtlanmaya çalışılıyor..

Melis Sezen’in sutyensiz elbisesini  “suç” sayarak kadının yaşam biçimine müdahale eden “ahlakçılık”, tecavüz sanığına tepki gösterdi diye Ezgi Mola’ya cezayı reva görüyor..

Tabi kadın kimliği ile sınırlı da kalmıyor, erkek bireyler de nasiplerine düşen yasaklara uyanıyor..

Kürt sanatçıların konserleriyle başlayan iptaller, Niyazi Koyuncu’nun konser vermesini engellemeye kadar gidiyor..

Sanatçı baltalanırken, sanat yara alıyor..

Ve tüm bunlar; “kamuyu korumak” “kamu düzeni” başlığı altında uygulanıyor..

Kamu kim?

“Bir ülke halkının tümü, halk.”

Bir kesimin hassasiyet diyerek bu minvalde taleplerinin yanında tutum alınıyor, diğer kesimlerin talepleri yok sayılıyorsa..

Bırakın eşit yurttaşlıktan bahsetmeyi, bu bal gibi ötekileştirme, kendi gibi düşünmeyene müdahale oluyor..

Engellenen tiyatrolar, müziğe uygulanan yasaklar, insana, hayata, sanata ve sanatçıya yapılanlar böyle devam ederse, yarın bu yayılmacı baskı; maçlardan parklara, açık alanda yan yana oturmaya müdahaleye kadar gider..

Ne mi yapacağız?

Karartamayacağız enseyi, karanlığı aydınlatacağız..

Bu gibi durumlarda en iyi çözüm hatırlamaktır..

Cümleler, sözler engellenemez hatırlayacağız..

Islık çalacağız..

Ses susturulamaz hatırlatacağız..

Gelin hep birlikte, hafızalara müdahale edelim..

Çok da değil yirmi yıl kadar önce; karpuz daha dilimle satılmaz, gazoz üç beş kuruş iken;

Parklarda halka açık sinemalar, caddelerde köşe başı sokak çalgıcıları, pandomimciler vardı. Tiyatrolar dolar taşardı..

Üniversitelerin bahar şenlikleri kent festivalleriyle yarışırdı..

Beyoğlu’nda çalarken ışıltılı ezgiler, Ankara; Yüksel, Sakarya’dan, İstanbul’a can verirdi direnişle şiirler..

Ne güzeldi. Ama bir hayal değil, masal hiç değildi. Hepsi gerçekti.

Ve hiçbirimizi bölmezdi, ahlakımız bozulmaz, sarsılmazdı kamu düzeni..

“Bizim işimiz belki de Nilüfer çiçeği ve çağımız arasında Hakikat şarkısının peşinde koşmaktır” der Sohrab Sepehri.

Dokunalım hafızalara işimiz bu olsun. Saklandığı yerden çıkarmak hakikati, yeniden doğurmak olsun..

Bak o zaman sen;

Önce bir ılık rüzgar, özgürlüğün  ezgisi ıslık dudaklarımızda, sonra ellerde bir gül, yüreklerde karanfil açar, elbet açar özgürlük çiçeği de sokaklarımızda..

Kötülük sesten korkar..

Hadi durma..

O da yasak değil ya..

Çal bir ıslık, dağılsın karanlık...

Editör: Ömür Ünver