Karanlığın içinde sonsuz derinliklerde karanlıklar vardır. Ya aydınlık? Onun içinde de karanlık var mıdır? Aramızda annesini, babasını doğduğu zamanı ve yeri seçen var mı? Saçının, gözünün, teninin rengini seçerek dünyaya gelen var mı? Boyunu posunu güzel yüzünü kendi belirleyen var mı? Ya cinsiyetini. Bunlar doğuştan gelen şeyler. Peki, doğduktan sonra gideceği kreşi, ilkokulu ya da ortaokulu seçen var mı? Bunlar da anne babamızın seçtiği tercihler. Hiçbirimizin bu sayılan şeyleri seçme özgürlüğümüz yok. İşte buna kader diyebiliriz. Heidegger ise buna 'Dasein' der. Yani fırlatılmışlık. Yaşamın ortasına fırlatılmışızdır. Kendi irademiz dışında geleceğe doğru fırlatılmışız ve bir anneye teslim edilmişizdir. Rüzgarın savurduğu tohumlar gibi. Rüzgar seni nereye götürdü ise orada filizlenmek zorundayız. Bunlardan kaynaklanan kusurları hata veya suç olarak kimse kimseye yükleyebilir mi? Bunlardan dolayı hakir görebilir ya da övgü kaynağı yapabilir mi? Bu süreç tüm değerlendirmelerin dışındadır. Siz bir kültüre fırlatılıyorsunuz ve anne ve babalarınız tarafından dayatılan güç ile karşılaşıyorsunuz. Davranışlarınız ister istemez dayatılan kurallara bağlı olarak gelişiyor ve bunu içselleştiriyorsunuz. Hayatının en önemli bölümlerinde seçim yapamamış insanın karakteri, düşünüş biçimi, hayata bakışı hep vesayet altında olduğu dönemde şekilleniyor. Amin Maalouf 'Doğu'nun Limanları' adlı eserinde şehzadeyi tanıtırken 3 nesil geriye gidiyor. Onu şekillendirenleri ve kültürlerini bilemezsek şehzadeyi de gereği gibi anlayamayacağımızı söylüyor. Bu konu hayati derecede önemli… Hepimizin hayatla ve kendimiz ile ilgili çok sayıda argümanımız var. Konuşurken ‘ben şöyle biriyim, insanlar şöyle, dünya böyle bir yer’, şeklinde sayısız kuramlar. Bizi oluşturan bu sayısız kuram ve argümanları nasıl oluşturduk? Anne babamız ve yakın çevremizde yaşadığımız şeyleri bir araya getirdik. Bunlardan öncüller çıkardık ve genellemelere vardık. Sonra bunları zihnimize şablon olarak koyduk. Artık tekrar tekrar düşünmeye gerek yok. Tembel zihin şablonu yapıştırıyor, gitti. Nerelisin? Ne iş yapıyorsun? Evli misin? Kaç çocuk var? Öncülleri belirle, şablonu yapıştır gitsin. Şöyle elimizi başımızın altına alıp düşünsek belki de verdiğimiz çoğu kararlar, ya annemizin ya babamızın ya da öğretmenimizin kararları olduğunu göreceğiz. Ya da içselleştirdiğimiz kültürün etkisinde verdiğimiz kararlar. Tüm bunların ışığında düşünecek olursak kırsalda yetişmiş bir insandan nazik tavırlar bekleyebilir miyiz? Tabiata aykırıdır. Onu bu sebeple kınayabilir miyiz? Tabi ki kınayamayız. Ama yaşamak için şehre geldiyse? O zaman iş değişir. Ondan kendini geliştirmesi için çaba sarf etmesini isteyebiliriz. Ama o nesilden kadınlara reverans yapabilecek kadar nezaket beklemek de akıllıca olmaz. Varoş bir ortamda Yengeç Yürüyüşü ile endam sergileyen bir delikanlıyı gördüğümüzde güleriz lakin kınamayız. Ortam bunu götürüyor, öğrenilmiş kültür deriz. Ama onu alıp da lüks bir restorana şef garson yapmayız. O bu kültürü özümsemiştir, oraya aittir ve orada da kalacaktır. Dışarı çıkamaz. Çıksa da bir müddet sonra ait olduğu yere geri döner. Dışarısı bilmediği yerdir. Adeta onu oraya kaderi hapsetmiştir. O dünyanın dışında düşünemez. Bir insan eğer bir konuma geldiyse okuyarak önemli bir yeri doldurduysa, zannetmesin ki bu başarı onun eseridir. O insanın dünyaya fırlatıldığı yer önemlidir. Anne babası önemlidir. Çevresi önemlidir. En basiti okumanın iyi bir şey olduğunu düşünebilecek kadar doğru çıkarımları sağlayacak bilgi ile donatılmıştır. O da o çıkarımlar doğrultusunda hareket etmiştir. Ya da ailesinin kendisini okutabileceği maddi imkanı vardır. Bunun gibi bir çok etken sizi rüzgarın yelkeni şişirmesi gibi almış bulunduğunuz konuma kadar getirmiştir. Herkes koşulları iyi bir ortamda, kendini yetiştirmiş bir anne babadan doğmak ister. İyi bir çevrede büyümek ister. Bu kimsenin elinde olan bir şey değil. Bu gerçeği bile bile insanları etiketlemeyi seviyoruz. Hareketlerini yadırgıyor, yeri geldi mi küçümsüyoruz. Cahil, yobaz, cimri, çıkarcı, yalancı vb. İnanın kendim de dahil insanların bir çoğu ne olduğunu bilmiyor. Yoksun olduğunu bilmeyen kimse ne diye kendinde olmayanın peşine düşsün. İnsan bir şeyin yokluğunu eksikliğini hissetmiyorsa, ondan yoksun olduğunu kim iddia edebilir? İyiliğin evrensel olduğunu ve insanlardaki cahillik, yobazlık, cimrilik, çıkarcılık, yalancılık gibi sıfatların kötü olduğunu söylüyorsak, bu inancımızın onlara ulaşması için mantığı, aklı, düşünceyi içine koymak ve öyle anlatmak zorundayız. Onlara örnek olmak, yavaş yavaş iyiye doğru değişmelerini sağlamak, korkularından arındırmak durumundayız. İçinde bulundukları ruhsal ve çevresel ortamın dışında düşünebilmeleri için çaba içinde olmalıyız. Entelektüel, aydın, akademisyen, yazar, bilim adamı, sanatçı ve düşünce adamı vasfını taşıyan ve toplumsal sorunlar konusunda önden gitmesi, toplumu ve toplumu yönetenleri yönlendirmesi beklenenler ne yazık ki bu sorumluluğunuzu yerine getiremediğinizi düşünüyorum. Başkalarını görmek çok iyi ama önce kendimizi görmek, kendimiz olmak zorundayız. Hepiniz birer aydınlıksınız? Lütfen aydınlığın içindeki karanlığı görün. Toplumu aydınlatacak olan sizlerin ödevleri arasında siyaset yapmak, siyaset ile bir yere gelmek var mı? Siyaseti bilime tercih eden için aydın denilebilir mi? Şair’in “Sen yanmazsan ben yanmazsam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” şiirini gür sesle okuyoruz ama yanmıyor, yanan olamıyoruz.. Haklı veya haksız çocuklar ayaklanmış, karşı cephe oluşmuş sen hala pencereden el sallayarak ‘tanıyınca beni çok sevecekler’ diyorsun. Adeta sevgi dileniyorsun; olmaz. Unutma ki sen bilimsel düşünceyi topluma yaymak ve halkı aydınlatmak için yetiştirildin. Dekan olmak, Rektör olmak için değil. Ortada bir sorun varsa kendinin yapabileceklerini, kendi kudretini görmeyerek suçları başka güçlere atfedemezsin. Senin çıkarına aykırı da olsa zor durumda bırakacak da olsa tüm ahlaki yolları ve eldeki araçları sonuna kadar kullanacaksın ve gerginliği bitireceksin. Rektör olunca insanın ömrü uzamıyorsa olmadı geri adım atacaksın. Siyasi çekişmelerin ortasında niye kalıyorsun? Her şey unvan almak mı? Bir bilim adamının en önemli görevi halkını aydınlatmak değil mi? Bilim adamının bu görevini aklından hiç çıkarmaması gerekmez mi? Konu buraya gelmişken sormak lazım. Halk adına edinilen bilgi birikim ve deneyimleri halkı aydınlatmak yerine başka alanlarda kullanmak ne kadar doğru? İçimizdeki bilim adamlarının bilim sahası dışında boy göstermesinin bırakın Türkiye’ye Suriye’ye bile zarar verdiği her yerde söylenmiyor mu? Çoğu insanın ulaşamadığı eğitim imkanlarına ulaştıktan ve eğitici konuma geldikten sonra bilim alanı dışında yer almanın etik değerinin olması mümkün mü? Aydın, akademisyen, yazar, bilim insanı, sanatçı ve düşünce adamları; yoksa sizler halkın cahil kalmasının hayatın anlamının bir parçası olduğunu mu düşünüyorsunuz? Yazdığınız makaleleri bir okuyun. Adam makine mühendisi olmuş yazdığınız eserleri okuyamıyor. ‘Okuyorum anlamıyorum’ diyor. Yok, mu halka inen bir yol? Pardon halka çıkan bir yol. Halk bizi anlamıyor demeyin ne olur? Belki, ‘anlaşılmamanın konforunu yaşıyorum’ demeniz daha doğru olur. Siz bu insanların önünde yol almazsanız, onlara ahlakı, erdemi, bilimi sevdirmezseniz, örnek olarak kendinizi gösteremezseniz demagogların iktidarından nasıl kurtulacaksınız. Halkı sömürü düzeninden nasıl kurtaracaksınız? “Mevcut iktidarın peşinden giden öğretmen varsa, kimse kusura bakmasın ben ona öğretmen demem” diyecek kadar siyaseti eğitimin içine sokanlara göz yumarsanız bilimin ahlakını nasıl ayakta tutacaksınız? Herkes bekleyebilir ama siz bu toplumun geleceğini kendinizin dışında başka birilerinin şekillendirmesini bekleyemezsiniz. Bilimi, sanatı, doğruyu, yanlışı bizim anlayacağımız şekilde her platformda bize anlatacaksınız. Bunun başka bir yolu yok. Bırakın siyaseti. Siz ödevinizi yaparsanız bu halk siyaseti de dize getirir. Ben mi yanlış biliyorum yoksa? Aydın, akademisyen, yazar, bilim adamı, sanatçı veya entelektüel olmanın kendisi bizzat gaye midir? Yoksa bilim adamının gayesi bireyin, ailenin, toplumun ve insanlığın hayatını, özel bir tecrübede yerel, prensip olarak da evrensel düzeyde dizayn etmek midir? Lütfen aydınlığın içindeki karanlığı aydınlatın. Aksi takdirde hiçbir şeyin kesin olmadığı dünyada, doğru, gerçek ya da hakikatin şüpheli olduğu bilinci içerisinde sizler de aydın olarak yerinizi alacaksınız... --- Not: Bin türlü zorluk içerisinde ilim ve sanat yapan, yurtdışından gelen yüksek ücret tekliflerine rağmen ülkesine hizmeti tercih eden ve yaptığı feragatleri yalnız kendisi bilen değerli hocalarımız, sanatçı ve aydınlarımız sözüm meclisten dışarıdır. İyi ki varsınız… Siz alınmayın. Yazının adres kısmında alınanlar yazmaktadır.