Herkeste bir “tükenmişlik sendromu”.. Negatif olandan uzaklaştığımız zaman kurtuluruz yanılgısıyla, her bir şeyden kaçma isteği.. Ama gerçeklerden, kaçabilir miyiz ki? Hadi kaçtık. Kurtuluş mu ki? Evet, yaşadığımız çağın; dertleri kadar acıları ve sancıları da büyük.. Ama bir kez daha görüyoruz ki, geçmiş dönemler gibi şimdiki zamanın da bizlere en kıymetli öğretisi; Yaşanan, yaşatılan zorluklar karşısında bir arada durmamızı gösteren gerçeklik, hayattaki ortak paydalarımız ve bu çemberde oluşacak dayanışmayı kurmak.. Sesi duyulmayanın, yaşadığı görülmeyenin, gerçekliğinden kaçarak.. Olumsuz; bilgilerden, haberlerden uzak durarak.. Acıların bizleri teğet geçeceği varsayımına inanmayı kurtuluş sanmak.. Büyük yanılmak.. Bir başkasının ya da kendimizin kaçtığımız tüm gerçekliğimiz bizleri muhakkak buluyor.. Ama bir ıssızlıkta, yalnızlıkta, ama bir kuytulukta gerçeklik; hayat içinde kendisine muhakkak bir yer açıyor.. O zaman; olanı görmezden gelmek, başkalarının yaşadıklarına suskun kalmak, acılardan kaçmak kurtuluş olmuyor.. Tek çaremiz; ortak payede buluşturacağımız çember içinde birbirimizle dayanışmak.. Ama öyle bir yerdeyiz ki, bu noktada da bizleri çağın ürettiği, bu dostluklara nasıl ulaşacağını bilmediğimiz başka bir sorun karşılıyor.. Bize dokunmadığı sürece, olanı biteni kanıksaya kanıksaya, unuta unuta, dayanışma zinciri nasıl kurulur gerçeği de var.. Ama diğer bir gerçekse; görmek, duymak, söylemek istemesek de, gerçekler bir yandan; kendisini hatırlatmaya ve bizleri acılarla sarsmaya devam edeceği gerçeğidir.. O zaman, sancılardan kaçmak kurtuluş değil bilakis; yüzleşerek kabul etmek iyileşmektir.. Kah; “yaşamak’ için göç eden, kah; rengine, ırkına, diline, inancına göre kendisine diş bileyen insanlar arasında sıkışıp kalan bir yaşam içindeyiz.. Üstelik emeği; en ucuza, en kötü şartlarda, en ağır işlerde sömürülenler de biziz.. Gitgide artan derin yoksullukla.. Hakikatle kıskıvrak sarılmış, geleceği her zamankinden daha muğlak durumdayız.. Yaşadığımız toplum ve çağa karşı hepimizin taşıdığı yük oldukça ağır. Ama, tüm ezberleri bozarak önce kendi hakikatiyle yüzleşirse insan, hayatın kendisiyle doğru yolda yürüyeceğine inanıyorum.. Ve inanıyorum ki.. Büyük sözler, iri cümleler kuran siyasetten ve siyasilerden azade.. Kendini iyileştiren, dostlarını da iyileştirir.. İyileşmiş dostluk, birliğin çemberine götürür.. Çember, dayanışmayı örer.. Sesi duyulmayanın sesi, görünmeyenin gösteren yüzü olursak eğer.. Her birimiz toplum vicdanı da olmuş oluruz.. İşte o zaman.. Öyle kolay sökülür ki zulmün, yoksulluğun ilmekleri.. Ahhh dayanışma ağı örülse bi.. Ne diyordu sevgili Hasan Hüseyin Korkmazgil “Acılara Tutunmak” kitabında; “Konuşamıyor musun? Konuş öyleyse!.. Sesin yok mu? Seslen öyleyse!.. Elin kolun yok mu? Kımıldat öyleyse!..  Al eline kağıt-kalem, yaz derdini çarşaf çarşaf.” Nasıl ki sevgili Korkmazgil için derdini, acılarını, sevinçlerini, bozuk düzeni anlatmanın en iyi yolu şiirse.. Bizler için de; olandan kaçmak değil, yürümek üstüne üstüne.. Ki, biz çok ve haklı olanız ve dayanışma ortak duyarlılığımız.. Her şey sınıfsaldır.. Acı çekmek de.. Çözüm, acılardan kaçmak değil, yüzleşmekte.. Kurtuluş; umut ve dirençle kurulacak bir dayanışmanın içinde.. Ahhh bi kurtuluşu kaçmakta bulmasak, acılarımızla yüzleşsek, dokunsak bizden olmayanın da derdine, tutunsak birbirimize, büyüsek birlikte.. Seçimler.. Siyasiler.. Siyasetler.. Bu sefer; toplumsal dayanışmayla bozulacak ezberler..

Editör: Ömür Ünver