Binalara enerji verimliliği
Şimdi elimizdeki bütçeyi nasıl kullanmalıyız? Türkiye üzerine düşünürsek. Bu sene hemen mevzuata da aykırı tüm kömür santrallerini kapatalım. Hatta seneye de mevzuata görece uygun saydıkları ithal kömür santrallerini de kapatalım. Daha sonraki sene başka ne kadar kömür yakan kim varsa kapatalım. Bütçemizin rahatladığını göreceğiz. Fakat bu da yetmiyor. İkinci olarak ne yapabiliriz. Türkiye 2008 yılından bu yana enerji verimliliğini politikalarını erteliyor. Aslında bir iki yıl içinde bunları hayata geçirebilirsek, binalara enerji verimliliğini yapabilirsek oradan da kazanç sağlayabiliriz. Tabi bir de ulaşımda verimliliği sağlamamızda lazım. Mesela; Ankara Büyükşehir Belediyesi dışarıdan fonla otobüs alırken, kendi öz kaynaklarıyla rekor miktarda asfalt döküyor. Bunu tersine çevirirsek, o parayla Ankara’ da ulaşım ücretsiz hale getirebilir. Ulaşım da da enerji verimliliği sağlayabiliriz. Bu uygulamaları hayata geçirdiğimiz zaman 6 yıllık bütçemizi; 16 hatta, 26 yıla çıkarabiliyoruz. Bunların da yeterli gelmeyeceği noktaları öngördüğümüz nokta yenilenebilir enerjiler olan, güneş, rüzgar enerjisiyle metroları çalıştırabiliriz.. Peki enerji verimliliğini önerdiğiniz seçenekleri hayata geçirebilmek için yeniden bir dönüşüm için bir bütçe gerekiyor mu ? Aslında hayır.. Şöyle ki, bizim şu an su baskınlarına da sebebiyet veren sadece HES’ ler için harcadığımız para, Veysel Eroğlu’ nun ifade ettiğine göre 255 milyar TL. Baktığımız zaman 255 milyar TL’ yi biz dünyayı yok etmeye harcamışız.."Bugüne kadar hiçbir şey yapılmadı ki"
Bu yatırımlar yenilebilir enerjiye yatırılmış olsaydı kriz önlenebileceği gibi, bir tasarruf sağlanabilir miydi? Enerji verimliliği dediğimiz şey parayı götüren değil, tasarruf sağlayandır. Üzerine 255 milyar daha harcayalım bununla Türkiye hem kendi iklim sorununu çözer, hem de dünyanın iklim sorununu çözen bir ülke haline gelir. Bu sadece HES’ ler için ayrılan bütçe, bir de her sene 10 milyar TL verdiğimiz Şehir Hastaneleri var. Enerji, kömür santrallerini tüm bunları eklediğimiz zaman boşa harcanan paralarla kurulmuş bir düzeni, insan için, doğa için harcanmış bir düzene çevirebilir tasarruf edebiliriz. Dolayısıyla zamanlama değil, uzun zamandır zaten kırmızı alarm veriyordu, siyaset umursamıyordu ve siyaset yine umursamayacak. Bugüne kadar hiçbir şey yapılmadı ki bu hem iktidar hem muhalefet için geçerli. Ama artık görüyoruz ki yerküremiz ciddi alarm verdi. Halk olarak da yangınlar ve sellerle bedelini ödemeye başladık. Siyasetin bir şeyler yapması için ne yapmalıyız? Bu benim ya da tek başına bireylerin verebileceği bir karar değil. Toplumsal bir konsensusla olabilecek bir şey. Yolu şudur.. Bu düzeni bu hale getiren, var eden yani ekonomist bakış açısıyla dünyayı kurtaramayız. Yangınlarda şu anda yanan alan sayısı Antalya'nın yüzölçümünden fazla. Fakat biz hala neyi konuşuyoruz,THK’ nın kaldırılamayan uçağını, Meclis'i toplamayı başaramayan muhalefeti konuşuyoruz. Doğayı kendi haline de bırakmıyoruz. 'Yanan alanlara kiraz ağacı mı, ceviz mi dikelim?' Bu konuşmalar var olan soruna çözüm odaklı değil, bir yerlere vardırmaz bizi. Ekonomik rant bakış açısıyla düşünüyoruz. Öncelikle bu rant odaklı bakış açısından vazgeçmemiz lazım. Var olan ezberlerle yeni bir düzen kuramayız. Ezberleri yıkmamız ve bunun aritmetiğini, fen bilgisi, hayat bilgisini öğrenmemiz gerekiyor..Değişimler kalıcı
Yine BM’ in son raporuna dönelim. Raporda 2030’a kadar sıcaklığın 1,5 derece artacağını belirtiyor. Sıra dışı iklim olayları devam mı edecek ? IPCC raporu bize diyor ki, biz neredeyse iklimi değiştirdik ve daha da değişecek. Artık karbonu tutacak yerimiz yok. Bir bütçemiz var ve bu bütçeyi çok iyi kullanmamız lazım diyor. İklim daha da değişecek ama daha da önemli olan değişimler kalıcı. Biraz önce de bahsettiğim gibi sıcaklığı stabilize etmeyi başarsak bile 100 yıllarla hatta 1000 yıla kadar bu etkileri yaşayacağız. Ama çözüm için atmadığımız her adım sorunu daha da fazla kalıcı hale getiriyor... Duymuşsunuzdur Kars’ ta bir hortum oldu. Türkiye bu krizin neresinde ve ne kadar etkileniyoruz? Türkiye 1950-1999 arasında ortalama yılda yüz aşırı iklim olayı yaşıyordu ve o dönem de yılda bir hortum gözlemleniyordu. 2010’ ların ortalaması 684, neredeyse 7 katına çıkmış. Yıl içinde bir değil 30-40 hortum yaşıyoruz. Yani 20-25 yıl önce Doğu Akdeniz'de görünen hortumlar Kars’ a gelmiş durumda. Türkiye bu krizin neresinde dersek; dünyadan çok da farklı bir tarafta değil. Mesela ada devletlerinin; hortum sorunu yok, kuraklık sorunu yok, bir tane sorunu var. Deniz seviyesinin yükselmesi, yükselince ada devleti yok oluyor. Bu raporda gördüğüm bir kaç şeyden bahsedeyim. Birincisi IPCC 'de diyor ki, sıcaklık artacak. Artan sıcaklıkla beraber atmosfer daha çok su tutuyor. Daha çok su tuttukça da daha çok buharlaşma oluyor. Daha çok buharlaşma olunca daha çok şiddetli yağışlar oluyor. Bu da sellere neden oluyor. Bir başka sorun; Aşırı yağışlar, aşırı uzun süren kuraklıklar yıl içinde yağan toplam yağışlar değişmeyecek. Yani, çöl oluyoruz deniliyor. O öyle değil, oradaki denklem başka. Bir ara yağışlar çok olacak, bir ara kuraklık uzun olacak yani arası olmayacak. Türkiye olarak Akdeniz'in doğusu için normalden daha fazla kurak olacağımız söyleniyor. Aslında yağış değişmeyecek fakat sıcaklıktan dolayı hızla buharlaşma olacak ama yağan da şiddetli olacak. Kurak olacağımız pek de söylenemez. Paris İklim Anlaşmasına taraf olup olmama tartışmaları sürüyor. Türkiye’nin Uluslararası anlaşmalardan bağımsız bir iklim kanunu olmalı mı? Zaten 4990 sayılı İklim Kanunu var. Bu kanunu hayata geçirebilseydik 'Paris İklim Anlaşması'nda da emisyonu azaltarak taraf olurdunuz."Halk siyaseti siyasetçiye taşere etmemeli"
Biz, toplum olarak ne yapabiliriz? Şimdi şöyle; Birey olarak evinizde kullanacağınız plastikten vazgeçmek, sokağa çöp atmamak anlamlıdır, vicdanen de bireysel katkı sağlar. Ama, termik santralleri başlı başına orada dururken, tek başına bireyler hiçbir şey yapamaz. Çünkü bu yönetenlerin yetersizliğini halka yüklemek olur. Şu son doğa felaketlerinde iktidar Iban veriyor, muhalefet halka itiraz edin diyor, herkes her şeyi halka yüklüyor. Bunun üzerinden bir iklim politikası oluşturamazsınız. Asıl soru şu: Halk zaten yapacağını yapıyor. Sizler ne yapıyorsunuz? Ama asıl konuşmamız gereken: Bu iktidarla bu sorun çözülür mü? Bu muhalefetle? Hayır diyebiliriz. Peki bu halkla çözülür mü? Orada bir soru işareti oluşuyor. Emin olamıyoruz. Çünkü toplumları şekillendiren mevcut iktidarlardır. Toplumu şekillendirenlerin denklemini bozmazsak çözüm odaklı siyasete ulaşamayacağız. Temel sorun halkın siyaseti, siyasetçiye taşere etmeyi bırakması ,siyasetin öznesi olması, ama taşere ettiği siyasetçiler gibi değil, işbirlikçi olması, dayanışmacı olması gerekiyor. Yani vekilimizden, belediye başkanı, meclis üyemizden hesap soramayacağız değil. Hesap soracağız. Bir örnek vereyim. Anıtkabir’in çevresinin on katlı inşaatlara açılması kararının altında Çankaya Belediyesi, AKP ve CHP’ li belediye meclis üyeleri oy birliği ile kabul ediyor, 44 üye arasında bir tane itiraz yok. Büyükşehir Belediyesinin de AKP, CHP, MHP, İYİ partili 144 meclis üyesinin itirazı yok. Oy birliği ile alınmış bir karar bu. Buna biz sahip çıkmazsak, Anıtkabir’in çevresi imara açılırsa, on katlı gökdelenler yapılırsa bu daha çok yeşil alanın yok edilmesi, daha çok beton, daha çok sel felaketi demek. Bu sebeple halk siyaseti siyasetçiye taşere etmemeli, kendi öz meselesi haline getirmeli. Toplum olarak yapabileceğimiz çözüm üreten bir siyasi anlayışı kurmak ve örgütlü hareket etmek.. Son olarak şunu söyleyebilir miyiz? İklim krizi evrensel bir sorun ve birlikte hareket edilerek çözüme ulaştırılabilir.. İklim krizi bireysel bir sorun değil, toplumsal bir sorundur ancak, bu işi toplumsallaştırıp, toplumsal çözüme taşımak adına bireyler burada çok sorumlu davranmak zorundadır.. Sayın Algedik'e söyleşi için teşekkür ediyor ve diyorum ki.. Kurtuluş yok tek başına Ya hep beraber ya hiçbirimiz..
Editör: Ömür Ünver