Eskiden Aralık ayı geldi mi, ilkokul sıralarında ayrı bir heyecan başlardı. Yerli Malı Haftası kutlanacak, her öğrenci evinden getirdiği meyve, kuruyemiş ya da ev yapımı bir şeyle sınıfta mini bir “yerli festival” havası estirirdi.
Sofralarda fındık, üzüm, elma, ayva… Bir de mutlaka bir arkadaşın annesinin yaptığı o meşhur kek olurdu. Sanki Türkiye’nin bütün bereketi, bir ilkokul sırasına sığardı o gün.
Öğretmenimiz tahtaya iri iri yazardı:“Yerli malı, yurdun malı; herkes onu kullanmalı!”
Biz de hep bir ağızdan coşkuyla tekrar ederdik.
O zamanlar bu cümle sadece bir slogan değildi; gerçekten yaşıyorduk.
Tarım güçlüydü, fabrikalar tütüyordu, komşu teyzeler bile kendi sabununu kaynatır, yoğurdunu mayalardı. İthal kelimesi sözlüğümüzde bile zar zor bulunurdu. Olsa olsa “ithal damat” esprisiyle geçerdi muhabbet.
Ama gel zaman git zaman, bir şeyler değişti.
Yerli malı haftaları yerini “indirim haftalarına” bıraktı.
Artık çocuklar meyve sepeti değil, akıllı telefonla geliyor okula.
Elma hâlâ var ama bu kez ısırılmış logolu!(apple)
Eskiden “yerli malı” derken gözlerimiz gururla parlıyordu, şimdi “Made in…”etiketine bakıp ülkeleri tahmin etmeye çalışıyoruz.
Kısacası, yerli malı haftası gitti, “globalleşme” geldi, üstelik kutlamasız.
O zamanlar “yerli malı” deyince ceviz, mandalina, el örgüsü kazak akla gelirdi; şimdi ise “yerli otomobil,” “yerli cep telefonu” duyunca bile gururlanıyoruz.
Tek fark, artık o ürünleri almak için yerli maaşımız yetmiyor!
Ama ne olursa olsun, o günlerin samimiyeti hâlâ aklımızda.
Bir avuç fındığın, bir dilim elmanın, bir dost gülüşünün paylaşıldığı o mütevazı sınıflar…
Belki de yerli malı olmanın özü buydu: Kendin üret, paylaş, sahip çık.
… … .
Bu yıl da kendi kendime “yerli malı haftası” kutlamaya karar verdim.
Market poşetini evde tekrar kullandım, kahvemi Türk kahvesi yaptım, televizyonu açmadan sessizce oturdum.
Ekonomiye katkım küçük olabilir ama niyetim büyük:
Yerli düşünce, yerli kalp, yerli umut!