Konuşmayan, susan, baş eğen, ne gelirse ise gelsin başa kabul eden, yetmez gibi; anormali, normalleştiren, dediğiyle yaptığı birbirini tutmayan, istediğiyle olan aynı olmasa da bu arafta sıkışmayı göze alıp, sorgulamaktan kaçan insanlar cennetine dönüştü ülke..
Koca bir tiyatro sahnesinde adına yaşamak dediğimiz bir yerde, nefes alabildiğimiz için şükürdar figüranları oynuyoruz..
Bu hafta; siyaset ya da seçimler ve adaylardan ya da ekonomiden bahsetmeyeceğim..
Zira; biz değişmezsek, sistem de değişmeyecek..
Çok karanlığı gidip, biraz daha aydınlıklısı gelecek..
Ve on yıllardır olduğu gibi bu böyle sürüp gidecek..
Oysa bize çıplak güneş ışığı ve saçtığı ışıl ışıl aydınlığı lazım..
Bu hafta Samed Behrengi’nin; bir bahçıvan, iki çocuk ve bir şeftali ağacı arasında geçen öykü kitabı “Bir Şeftali Bin Şeftali” de bir Şeftali’nin başından geçenlerin, ağacının kendi dilinden anlatılan hikayesine ve ara ara kitaptan alıntı repliklere yer vereceğim..
Yok, öyle öykü kitabı diyerek geçmeyin. Her ne kadar “çocuk” kitabı olsa da, dokunaklı hikayesi, okura verdiği keskin mesajlarıyla tüm yetişkinlerin okuması ve çocuklarına baş ucu kitabı olarak önermesi gereken bir yapıttır.
Başta adaletsizlik olmak üzere; sınıf farklılıkları, toprak reformu, emek, sevgi, arkadaşlık, umutsuzluk gibi kavramlar incelenmiş ve irdelenmiş, çocuklara bazı kavramları sorgulatmak aynı zamanda sorgulamayı aşılamak için son derece incelikli ele alınmış bir “başyapıt” niteliğinde…
Ve bu kitap; bir köy ağasının; verimsiz, kurak toprakları köylüye verip, tek verimli meyve bahçesini kendisine alması, Sahip Ali ve can dostu Polat’ın bir şeftali çekirdeğine can vermesiyle başlıyor.
“Kara Balık” okuyanlar bilirler, Behrengi’nin kitapları hiç de öyle sıradan çocuk kitapları değildir.
Öyle ya, henüz 28 yaşındaki bir fidanı sırf çocuk kitabı yazdı diye, dönemin rejimi neden Araz çayında boğsun, değil mi?
Hayır, İranlı yazar ülkesinde şah yönetimine karşı masal kitabı yazarak başkaldırmış ve eleştirmiştir ve bunu çocuklara seslenişle yapmıştır.
Çünkü yazar; geleceğin sahibi çocukların olduğu gerçeğiyle, daha bu yaşlarda; biat değil sorgulamayla tanışıp kendileri için en iyiyi seçebilme iradesine sahip olmalarını istemiştir.
Bu yüzden tüm öykü kitapları; çocuklar doğa, hayvanları konuşturmayla geçse de, tıpkı fabllar gibi çocuklarına nasıl bir dünya bırakmak istediklerini sorgulatmak için önce yetişkinlerin okuması gerekir..
Kitapta can alıcı replikleri şöyle sıralayayım sizlere;
“Güzelliğinin kaynağıdır güneş. Bak güneşten sakınanlara, hep sapsarı sıska kalır. Güzel kızım bu güneş bir gün gelir de bu yeryüzüne küserse yaşam kalmaz, her şey yok olup gider.”
Değil mi? Karanlıkta kalmaya devam edersek tıpkı bizlerin de yok olacağı gibi…
Ve devam eder;
“Kabahat bizde, elimizi kolumuzu bağlamış oturuyoruz. Toprak sahibinin de köyümüzü, bizi soyup soğana çevirmesine ses çıkarmıyoruz.”
Ne kadar da haklı bir serzeniş. Çünkü; hak alınır, verilmez..
“İçimdeki büyük ve sert çekirdeğim yepyeni bir yaşam yaratmayı düşünüp duruyordu. Yeni bir yaşam yaratmayı düşünen bu çekirdek bendim aslında. Çekirdeğim benden ayrı değildi ki...”
“Sadece tembel ve uyuşuk şeftaliler, asalak solucanları içlerine alıp özlerini sömürmelerine izin verdiklerinden cılız ve güçsüz olurdu.”
Hiç birimiz birimizden ayrı değiliz. Hepimiz bu coğrafya toplumunun birer bireyiyiz. Ve pespaye sistemin yarattığı karanlığı, güneşin ışığıyla değiştirebilecek güce sahibiz. Sömürenlere dur demeyi becerirsek, birlikte yeni bir yaşam yaratmayı düşünebiliriz..
“O yıldan bu yana kaç yıl geçti bilmem ama bahçıvana hiç meyve vermiş değilim ve vermeyi de düşünmüyorum. İster korkutsun ister odun diye kesip atsın isterse de yalvarıp dursun umurumda bile değil, ona boyun eğmeyeceğim.”
Belki de bütün mesele artık olana bitene boyun eğmeme..
Sırtımızdan palazlananlara izin vermeme..
Son olarak yazarın çocuklara seslenişini paylaşmak ve Yazarı tanımanızı ve çocuklarınıza okutmanızı isterim. En önemlisi de; biz yetişkinlerin uyanmasını, oksimoronlu çelişkilerden sıyrılıp bilinçlenmesini…
Sahi, toplum bilinci bu gidişata ne zaman karşı çıkacak, merak etmekteyim..
“Çocuklar, kuşkusuz gelecek sizin ellerinizde; iyisiyle, kötüsüyle sizin olacak. İster istemez büyüyecek ve zamanla birlikte yol alacaksınız. Babalarınızın, büyük babalarınızın ardından gelecek, onların yerini alacak, her şeyi elde edip sosyal yaşama iyisiyle, kötüsüyle, her şeyiyle sahip olacaksınız. Yoksulluk, zulüm, zorbalık, adalet, sevinç, keder, kimsesizlik, dayak, iş ve işsizlik, hapishane ve özgürlük, hastalık ve ilaçsızlık, açlık, çıplaklık, yüzlerce sosyal mutluluk ve mutsuzluk artık sizin olacak. Bildiğimiz gibi hastalıkların tedavisi için önce bunun nedenini bulmak gerek. Örneğin doktorlar hastalarını tedavi etmek için önce bunun mikrobunun peşine düşer ve sonra bu mikroba karşıt ilaçları verirler hastalarına. Toplumsal rahatsızlıkları da iyileştirmek için aynı işlemi yapmak gerekir. Biliyoruz ki sağlam vücutta asla hastalık bulunmaz. Sağlıklı toplumlarda da rahatsızlığın izine rastlanmamalıdır. İflas, zorbalık, yalan, hırsızlık ve savaş sadece sağlıksız toplumlarda görülen rahatsızlıklardandır. Bunca rahatsızlığın nedenini bulmak için ilkin bunun nedenini bulmalıyız. Sorun hep kendinize: Neden gönderdiler sınıf arkadaşımı halı dokuma fabrikasına? Neden bazıları hırsızlık yapıyor? Neden şurada burada savaş var, neden kan dökülüyor? Öldükten sonra ne olacağım? Dünyaya gelmeden önce neydim? Dünyanın sonu ne olacak? Ne zaman bitecek savaş, yoksulluk ve açlık? “
Sahi, ne zaman bitecek savaş, yoksulluk ve açlık?