- Dünya Savaşı’ndan sonra, tüm dünyayı biçimlendiren Soğuk Savaş döneminin sona ermesi, adeta ani tansiyon düşüklüğü etkisi yarattı, SSCB’nin dağılmasına neden oldu. Dünyanın yapısı, dengesi, kısaca kimyası bozuldu.
Bu durum, Nobel Edebiyat ödülü sahibi Svetlana Aleksiyeviç’in ‘İkinci El Zaman, Kızıl İnsanın Sonu’ adlı kitabında, “Roma İmparatorluğunu Sezar’ın kendisinin yıkmaya başlaması gibi SSCB’de ihanet ülkenin en yüksek kademesinden başladı. Gorbaçov gizli Amerikan ajanı. Mason, komünizmi sattı” olarak ifade edilmektedir.
Rus Amerikan nükleer dehşet dengesi bitmiş olsa bile, dünyadaki savaş tehlikeleri bitmemiştir. Kazananı olmayacağı gerçeği dikkate alındığında bir nükleer savaş ihtimali zayıf görülüyor. Nitekim Soğuk Savaş döneminde “Dehşet Dengesi” önleyici bir rol oynamıştır. O dönemde cereyan eden Vietnam ve Kore savaşları, küresellik içinde yerel kalmıştı. Bu dönemde NATO askeri güç kullanmak zorunda kalmamış, caydırıcılık sağlamıştır.
Teknolojideki hızlı gelişmeler sonucu, ABD “Yıldız Savaşları Projesi”ni uygulamaya aldı. ABD’nin, Rus füzelerini, hedeflerine varmadan atmosferde vurma yeteneğini kazanması ve silahlanma yarışını uzaya taşımasından sonra, Rusya bu yarıştan koptu. Makas iyice açılmaya başladı ve Rus ekonomisini alt üst eder boyutlara ulaştı!
SSCB’nin dağıldığı çalkantılı dönemde askeri ataşe idim. O süreçte bizim Milli Güvenlik Kurulu’na benzeyen Stratejik Etüt Enstitüsü’nün başkanı, biz askeri ataşelere verdiği konferansta endişe verici vurgulamalar yapmıştı:
- Doğu-Batı ilişkisi Kuzey-Güney ilişkisine, diğer bir ifadeyle Müslüman-Hristiyan çatışmasına dönüşecek,
-Komünizm tehdidi ortadan kalktıktan sonra, emperyalizm ulus devlet-üniter devleti düşman ilan edecek,
-Düşmansız barış, düşmansız dünya! Çok zor bir olgu. Yeni bir düşman yaratılacak. (Huntington’un Batı’yı yeni bir düşman yaratmaya yönlendirmesi bu görüşü doğrulamaktadır)
-Ülkelerin hükümranlık hakları kolay ihlal edilebilecek,
-Dağılan Sovyetler Birliği’nin ardında bıraktığı büyük sıkıntılar, uzun bir süre kendini hissettirecek,
-Terörizm dolaylı tutum aracı olarak kullanılacak, ses getirecek eylemler yapabilecek şekilde donatılacak,
-Ekonomik ambargolarla hedef ülkeler cezalandırılacak,
-Önümüzdeki 30-40 yıl tarihin en karmaşık ve en zor yönetilebilir çağı olacak.
Baktığımız zaman isabet oranı yüksek bir değerlendirme olduğu anlaşılmaktadır.
Tek kutuplu dünyada Amerika stratejik çıkarlarını muhafaza için güç kullanımını meşrulaştırabilmektedir.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle yaşanan dönüşüm sürecinde, doğu- batı mücadelesi, kuzey- güney eksenine kaydı. Terör küreselleşti ve yaygınlaştı. NATO’nun temel misyonlarına ve faaliyet alanlarına ilişkin olarak ciddi tartışmalar oldu.
11 Eylül sonrası ortaya çıkan yeni güvenlik dinamikleri, NATO’nun kendisini yenilemesini gerekli kılmıştır. Almanya ve Fransa, NATO’nun Rusya’ya doğru genişlemesinden kaygı duymakta, füze savunma kalkanı projesine Rusya’nın itirazlarının dikkate alınmasını istemektedir.
2 Ağustos 1990 Körfez Savaşı, 2003 Irak'ın işgali tek kutuplu dünyada ‘Yenidünya düzeni/düzensizliği’ tartışmalarına yol açtı.
ABD’ni askeri anlamda tehdit edebilecek tek ülke olarak değerlendirilen Rusya’nın 2008’de Gürcistan’a askeri müdahalesi, NATO ülkelerini endişelendirdi. Merkel, "
Avrupa'da kalıcı güvenliğe Rusya'ya karşı olarak değil, Rusya ile birlikte ulaşabileceğimiz konusunda hemfikiriz” uyarısında bulundu ve “caydırma ve diyaloğun birbirinden ayrılamayacağını" savundu.
1990’larda yaşanan en önemli gelişme, küreselleşmeydi. Zenginlerin daha zenginleştiği, yoksulların ise daha yoksullaştığı, geri kalmış toplumların ileri gidenlerin pazarı olduğu, yani “büyük balığın küçük balığı yuttuğu” süreç. İngiliz halkının küreselleşmeden kaçıp kurtulmak için AB’den çıkmak istemesi, Yunanistan’ın çareyi komünist olmakta bulması boşuna değildi!
Bu noktada bir anımı aktarmak isterim:
Cezayir’de askeri ataşeliğim sırasında ABD, İngiliz, Fransız ve Küba Askeri ataşelerini evimizde vereceğimiz yemeğe eşleri ile birlikte davet ettim. Küba Askeri Ataşesi son derece sempatik, olgun ve beyefendi biriydi. NATO üyesi ülkelerin askeri ataşeleri, Kübalı Ataşeyi davetli listesine dahil etmemden pek hoşlanmamışlardı. Eşimin su böreği nam salmıştı. Daha önce gelenler menüde su böreğini ve çerkez tavuğunun da olduğunu görünce pek sevinmişti. Başgarson Mösyö Raba eldivenli, papyonlu ‘resmi’ kıyafetiyle yemek saatinden önce hazırlıklarını yapmış, biz de hoşbeşten sonra, masadaki yerlerimizi almıştık. Daha ilk lokmayı ağzına atmadan İngiliz Askeri Ataşesi, Küba Askeri Ataşesine soruyu yöneltmişti: “Bu devirde halen komünist olarak kalmanızı anlayamıyoruz. Sovyetler Birliği bile dağılıyor. Siz ne zaman demokrasiye geçeceksiniz?”
ABD Savunma Ataşesi, Kübalı mevkidaşından önce söze girdi ve “Geçmezler geçmezler” dedi. Küba Askeri Ataşesi ise ABD’li ateşeyi kastederek, “Doğru söylüyor ve bizim neden demokrasiye geçmeyeceğimizi o çok iyi biliyor” yanıtını verdi. Bu kez söze giren İngiliz Askeri Ataşesi, “Neymiş sebebi, senden duyalım” dedi.
Küba Askeri Ataşesi şunları söyledi: “Amerika’nın 1848’de Küba’yı 100 milyon dolara satın almak istemesinden tutun da o tarihten itibaren ülkeyi istila amaçlı korsanlık seferleri; 1854’te raici 130 milyona yükselten satın alma teklifi; 1898’de Havana’ya savaş gemisi göndermesi; Amerika’daki patlama bahane edilerek Küba’da savaşa girişmesi; 1900’da Küba’nın Birleşik Devletler topraklarına katıldığını yayması; 1962’de dünyanın nükleer savaşın eşiğinden döndüğü Küba Krizi gibi tarih boyunca bizi defalarca tehdit ve işgale yeltenmesi.. Biz, Amerika ile hiç bir zaman aynı yelpazede yer alamayız. Amerika komünist olsun, biz ertesi gün demokrasiye geçeriz.”
Bu cevaptan sonra devreye girdim: “Andre, demokrasiye geçişin koşulunu söyledi. Meselenin halli size bağlıymış. Şimdi müsaade edin yemeğini rahat yesin.”
SSCB ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra, eski Demir Perde ülkelerini AB ve NATO’ya üye yapma girişimleri, ABD’nin ve batının kendisine müzahir bir kuşak oluşturma eylemi olarak algılandı. Özellikle bu kuşağa Polonya ve Ukrayna’nın dahil edilmek istenmesinde tansiyon aşırı derecede yükseldi; Karadeniz ısındı, sıcak çatışmalar yaşandı. Gürcistan savaşı, “Kadife devrimler”, Ukrayna’da karışıklıklar ve 2015'te Özerk Kırım Cumhuriyeti parlamentosunun tek taraflı bir kararla en büyük kenti Sivastopol’u Rusya’ya bağladığını bildirmesi, “Arap Baharı”, Büyük Ortadoğu Projesi, Suriye Savaşı gibi trajikomik olaylar unutulur gibi değil.
Arap Baharı süreciyle Orta Doğu yeniden şekillenirken, l. Dünya Savaşı’ndan sonra bölgeye şekil veren uluslararası düzenlemeler de tartışılır oldu!
Libya, Mısır ve Suriye’de artan olaylar, başlangıçta uyandırılan algıyı tersine çevirdi. Umut yerini korkuya bıraktı. Düşünce masumdu ancak, uygulama acımasız oldu. Ortadoğu’da birçok Arap diktatörünün devrilmesi, siyasi ve toplumsal karmaşaya, Suriye’de ise iç savaşa yol açtı. Küresel bir mücadeleye, “vekâlet savaşına” dönüştü. Bu olup bitenlerin altında yatan gerçek amaç; bölgeyi istikrarsızlaştırmak, bölge ülkelerini bölüp parçalamaktı.
Yaşadığımız gezegen, çok sayıda savaşa sahne oldu. İki Dünya Savaşı’nda milyonlarca insan hayatını kaybetti. Bugün hayatta olan 75 yaş üzeri, 1. Dünya Savaşı’nda yaşananları ve muhacirliği dedesinden ninesinden duymuş, 2. Dünya Savaşı’nın acı sonuçlarını ve yokluğunu ise bizzat yaşamış bir nesildir.
3. Dünya Savaşı neden gündeme geldi?
-Amerikan Başkanı Biden’in savaşı durdurmak için, iki seçenekten birinin "3. Dünya Savaşı başlatmak” olduğunu söylemesi,
-Putin’in nükleer savaş tehdidini gündeme getirmesi,
(Rus ordusunda 6 bin 250 nükleer başlık olduğu tahmin ediliyor)
-Nükleer silaha sahip devletlerin, 'savaş' söyleminin dünyayı tedirgin etmesi,
-Rusya'nın, batı Ukrayna'daki bir mühimmat deposuna yaptığı saldırıda, sadece ABD, Rusya ve Çin’in envanterinde bulunan, sesten 5 kat daha hızlı hipersonik füzeyi fırlattığı iddiası, (
Hipersonik füze savaşta ilk kez kullanılmış oluyor)
-Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’nın, Biden'e, "ülkeler savaş meydanında karşı karşıya kalma noktasına gelmemeli" demesi gibi nedenler, basın ve yayın organlarında 3. Dünya Savaşı olasılığını gündeme getirdi.
“3. Dünya Savaşı çıkar mı?” sorusunu sağlıklı yanıtlayabilmek için aşağıda belirtilen hususları dikkate almamız gerekir:
- Savaşın bir mantığı yoktur kendine özgü bir grameri vardır
- Savaş aklın akılla mücadelesidir. Güçlü olan değil akıllı olan kazanır
- Savaşın vahşeti
- Savaşın karakterinin değişmiş olması
- Muharebeyi kazanıp savaşın kaybedilmesi
- Uluslararası ilişkilerde hiçbir şeyin garantisinin olmaması
- En büyük silah satıcılarının barışı korumak için kurulan BM’in 5 daimi üyesinin olması
- Liderlerin genel yapılarının değişmiş olması
Bu parametrelerin aldığı yeni değerlerin konuyu nasıl etkileyeceğine bir göz atalım.
“Savaşın bir mantığı yoktur kendine özgü bir grameri vardır” ilkesi: Mantığı yoktur, çünkü “aşk yüzünden savaş olur mu?” sorusuna mantıklı cevabı ‘hayır’dır. Oysa tarihte bunun aksi örnekler mevcuttur. Bunlardan biri, filmlere de konu olan Truvalı Paris’in, Sparta Kralı Menelaus’un karısı Helen’i kaçırması yüzünden çıkan Truva Savaşı’dır. Bir diğeri, Roma İmparatoru Sezar’ın, sihrine kapıldığı Kraliçe Kleopatra için Mısır’ı fethidir.
Antik dünyanın belki de tüm tarihin en büyük askeri lideri, cesaret ve kararlılığıyla tarihin çarpıcı kişilerinden, döneminde, bilinen dünyanın yarısını fetheden, 20 şehir kuran Büyük İskender’e de bu başlık altında yer verebiliriz. Büyük İskender, Hindistan’ın ardından bugünkü Belucistan’ı da sınırlarına kattı.
Sefer dönüşü, Babil’de Darius’un kızı Barsiney’le evlendi. Şark gelenekleri, yerli halktan gördüğü büyük saygı ve eşinin davranışları onu çok etkiledi. Yakın çevresine komutanlarına ve askerlerine de orada evlenmelerini önerdi. Makedonya’ya dönmek istemeyişi hoşnutsuzluk yarattı. İskender, siyasi rakipleri tarafından zehirlenerek öldürüldü.
Savaşın bir mantığı yoktur ilkesinin başka yönleri de vardır; Bir kişi veya bir gemi nasıl olur da bir dünya savaşına neden olabilir?
Aslında hakim güçlerin sömürge pazarını kapma mücadelesinin neden olduğu 1. Dünya Savaşı bir kişinin öldürülmesiyle başladı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Veliahtı Arşidük Ferdinand’ın bir Sırplı tarafından öldürülmesinin (28 Haziran 1914) ardından Avusturya ve Almanya Sırbistan’a savaş açtı. Rusya, İngiltere ve Fransa karşı safta yer aldılar ve dünya savaşı patlamış oldu.
Bir geminin Sivastopol’u bombalaması yüzünden Osmanlı İmparatorluğu savaşa girdi.
Yakın geçmişte “Dünyanın 4. büyük ordusu” diye şişirilen, birkaç hamle ilerisini göremeyen Saddam’ın Kuveyt’e saldırması ve sonra da ülkesini perişan etmesini de yine bu başlık altında sayabiliriz.
Bu katmana göre, savaşın aşk, şan, şöhret gibi ‘sudan’ nedenlerle çıkabileceği, totaliter rejimlerde veya tek kutuplu dünyada hükümranlık haklarının daha kolay ihlal edilebildiği anlaşılmaktadır.
Savaş aklın akılla mücadelesidir. Güçlü olan değil akıllı olan kazanır: 1812 Napolyon’un Rusya seferini bu başlığa örnek olarak verebiliriz. Tarihin büyük komutanlarından biri olan Napolyon Bonapart’ın komuta ettiği Fransız ordusu, Rusya’nın büyük bir kısmını ve hatta Moskova’yı bile işgal eder.
Savaş ve Barış’ın yazarı Tolstoy, Napolyon ve Rus ordusu komutanı Mihail Kutuzov’un biyografilerini inceler ve her iki liderin kuvvetli ve zayıf yanlarını tespit eder. Bir savaş dehası olduğu kabul edilen Napolyon özgüveni yüksek, zeki, cüretkâr, enerjiktir. Ancak sonuçta hesapsız… Rus generali Kutuzov ise yaşlı, ihtiyatlı ve tipik bir Rus köylüsü gibi ağır hareket eder. Fakat akıllı, sabırlı ve deneyimlidir.
Ağırlıklı görüş bütün Kıta Avrupa’sını ayaklarının altında çiğneyerek ilerleyen Napolyon’un savaşı kazanacağı yönündedir. Ama öyle olmaz, tam tersi Napolyon büyük bir hezimete uğrar, canını zor kurtarır. 420 bin kişilik devasa ordusuyla girdiği Rusya’dan sadece 30 bin kişilik bir askerle çıkabilir. Ruslar, geniş steplere çekip, kışla beraber genel karşı taarruza geçerek Napolyon’u perişan etmiştir.
Bir diğer örnek, aşkın senaryoya sokulduğu Tanenberg Muharebesi olabilir. l. Dünya Savaşı’nda, Alman birliklerine komuta eden general, kendisinden sayıca üstün olan iki Rus ordusunun kuşatmasından kurtulabilmek için Vistül Nehri berisine çekilip, savunmaya geçmeyi önermişti. Alman Başkomutanlığı bu teklifi yapan generali görevden alıp, yerine General W. Ludendorff ve General Hindenburg’u atamıştı. Bu iki general büyük bir sinerji yaratmışlardı. Şöyle ki biyografik istihbarattan, Rus ordu komutanların, daha önce Japonya ile savaş sırasında birbirlerini çekemediklerini öğrenmişler. Bu hassasiyeti istismar ederek sonuç almak için psikolojik harp subayına bir senaryo hazırlatmışlardı. Çapkınlığıyla namlı 2. Ordu Komutanı General Samsonof’un yazısını taklit ederek, 1.Ordu Komutanının zarif eşine yazılan aşk mektubu, adresinde bulunamayınca kocasına gönderilmiş ve olanlar olmuştu. Harp prensipleri ve strateji kurallarına uyarak Almanlar önce güçlü olan 2.Rus ordusuna saldırmayı içeren planı uygulanmıştı. 1. Ordu Komutanı, karısına aşk mektubu yazan Samsonof’a yardım etmemişti. Böylece 2. Rus Ordusu imha olmuş, Komutanı General A. Samsonof kahrından intihar etmişti.
Bir şehir devleti olan Kartaca’nın komutan Anibal’ın, Roma İmparatorluğu’nu sarsması ve Gebze’de mezarını buldurup oraya Anibal için anıt diktiren Atatürk’ün ‘Düveli Muazzam’a karşı koymasını da unutmamak gerekir.
Bu katmana göre de nispi muharebe gücü mukayesesinde güçlü görülenin tarafın kazanacağı varsayımının her zaman geçerli olmadığı, mücadeleyi çatışmadan kazanmanın esas olduğunu diyebiliriz.
Savaşın vahşeti: Bu bölümü Dikey Kuşatma adlı kitabımın
‘Onur, şeref, haysiyet, prensip, kurallar, gelenekler’ kısmından örnekleri aktarmak istiyorum.
Almanya’da bir lise müdürü her öğretim yılı başında öğretmenlere mektup yazar. Mektupta şöyle der:
“Toplama Kampından kurtulabilenlerden ender insanlardan biriyim. Bir insanın görmemesi gereken şeyleri gördüm. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odalarını, doktorların zehirlediği çocukları, hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekleri, lise/üniversitelilerin yaktığı insanları gördüm. Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur; öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak, o zaman önem taşır.”
Yugoslavya’nın dağılış sürecinde, Irak Savaşı’nda bu kültüre ve disipline sahip olmayanların; insanlık ayıbını işlemelerine, mantık perişanlığına, insaf ve izan züğürtlüklerine hep beraber tanık olduk. Ahlak ve erdem herşeyin üstündedir. Clausewitz’in dediği gibi; manevi değerler harbin temel unsurudur.
Uluslararası anlaşmalara göre kullanılması yasaklanmış olmasına rağmen, son çeyrek asırda bile Orta Doğu’da (ikisi Saddam, biri Esad) üç kez kimyasal silah kullanıldı. Amerika’nın 1991’de Körfez Savaşı’nda Bağdat’ta seyreltilmiş uranyum kullandığına yönelik haberler basında yer aldı.
Tarih, savaşta yaşanan birçok vahşet örnekleriyle dolu. Bunlardan birisi de yenilmez ordusu ve savaş filleriyle Roma’nın korkulu rüyası haline gelen Anibal ile ilgili. Anibal ve ordusu Alp’leri aşarken soğuk dayanılmaz hale gelmişti. Anibal’ın karısı Similce, henüz kırkı çıkmamış çocuklarını hayvan postuna sararak soğuktan korumaya çalışıyordu. Ancak bu yeterli gelmemişti, bir sabah üzerlerindeki karı temizledikten sonra kucağına aldığı bebeği Fuabal’in donarak öldüğünü gördü, evlat acısıyla yıkıldı. Bin bir güçlüklerle Alp’leri aşıp ovaya inen askerler mecalsiz kalmışlardı. Evlat acısını bağrına bastıran Similce askerlere yabani sarımsak, pancar kökü, yabanenginarı kısaca ne buldularsa toplatıp kaynattı, sonra balla karıştırttı. Bitkin haldeki askerlere şifalı bitkilerle yaptığı çayı içirdi, askerler kısa sürede toparlandılar. Geri bölgeye sızan Romalılar, askerlerin anası, Anibal’ın acılı eşi Similce’yi vahşi bir şekilde öldürdüler. Karısını o haliyle gören Anibal çılgına döndü. Esir aldığı Romalıları canlı canlı toprağa gömdürdü, başlarını da kılıçtan geçirtti.
Bir süre sonra yakın arkadaşı Bostar’a, “kaybedilen savaştan daha kötü bir şey var mı?” diye sordu.
“Nedir o Anibal” diye sordu Bostar.
Anibal;
“Kaybedilen bir savaştan daha kötüsü kazanılan bir savaştır.”
Kastettiği, intikamın insanı çileden çıkardığı ve “zafer sarhoşluğu” idi. Anibal’ın benzetmesiyle; “savaş şehvete benzer, çılgınlık geçer, sonuçları kalır”…
Subay demek centilmen demektir. Centilmen, iyi arkadaşlık eden, saygılı, görgülü, kibar demektir. Centilmenlik centilmene yakışır durum, davranıştır. Onur da; insanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, haysiyet, izzeti nefis, insan olarak insanın değeridir.
Eskiden, onuru için, yaşamını kanı pahasına ortaya koymaktan çekinmeyen insanlar düello yapardı. İki kişi arasında bir onur sorununu çözmek için belirli kurallara göre ölümcül silahlarla yapılan dövüştü düello. Açık bir biçimde hakemler önünde gerçekleşirdi. Halk önünde yapılırdı. Düelloyu kaybeden ölmemişse, bu yolla suçu kanıtlanmış sayıldığı için cezalandırılırdı. Dostoyevski, Bir Yazarın Günlüğü’nde düellonun temellendiği ruh durumunu şöyle açıklamaktadır: “Hâkim, vatandaşı yargılar ve ona göre hüküm verir ve çoğunlukla kişiliği ıskalar. İzzetinefis denilen ve düellonun bireysel kökenini oluşturan şey de hakimin göremediği ama kişilikte temellenen, yaralanması, kırılması ancak bireysel bir çıkışla telafi edilebilecek olan bu duygudur.”
Vietnam’da, Irak’ta, Bosna-Hersek’te yaşanan trajediler filmlere, makalelere de konu oldu. Çağımızda benzer vahşetin işlenmesi her şeyden önce insanlık suçudur.
Savaşın karakterinin değişmiş olması: Francis Bacon, “Matbaacılık, barut ve mıknatıs-pusuladan daha dikkat çekici buluş görülmemiştir. Birincisi yazıda, ikincisi savaşta, üçüncüsü denizcilikte. Bunları sayısız değişim izlemiştir” demiştir.
İlk modern keşif baruttur. Barut, kas gücünden kimyasal güce geçişi, modern yaşamı simgeleyen olgulardan biridir.
Osmanlı donanması 1500’lerde dünyadaki en büyük tersanelerine, sadece İstanbul’da 160 bin işçinin çalıştığı tersaneye sahipti.
1700’lerde Avrupa orduları dünyadaki en disiplinli ve en profesyonel ordular arasındaydı.
- Dünya Savaşı süvarilerin son savaşıydı. II. Dünya Savaşında, süvarinin yerini kitle halinde tanklar aldı. ‘Atın ölümü, tankın doğuşuna’ tanık olduk. Almanlar zırhlı birliğin sürat, hareket kabiliyeti ve vurucu gücünü iyi değerlendirip tankları kesin sonuç unsuru olarak kullandı.
Hareket kabiliyeti muharebe alanında ‘zaman ve mekânı’ daraltmıştır.
21. yüzyılda eski barutlu silahlar; alev makineleri, roketler, mayınlar, bombalar teknolojik gelişmelerden nasibini aldı. Harp silah ve araçları gelişmiş, ölüm artık sanayileşmişti.
ABD, Japonya’nın teslim olmasını sağlayan atom bombasını atıktan sora, atom çağı başladı, askerlik, sanat ve bilim haline geldi. Soğuk Savaştan sonra mücadelenin evrimi de değişti. Eskiden yaygın olarak kullanılan toprak ele geçirmeyi amaçlayan yatay kuşatmanın yerini ülkelerin kültür, ekonomi, teknoloji gücüne hâkim olmayı esas alan dikey kuşatma aldı.
Nükleer Proton Füzelerinden Rusya, Amerika, İngiltere, İsrail, Çin ve Japonya’da var. Hindistan ve Pakistan deneme aşamasında başlarına bir şeyler geldi! Kuzey Kore denedi. Nükleer füzenin kuzey kutbunda denenmesi sırasında düştüğü bölgede 100 kilometrekarelik alana yaklaşık 3 bin derecelik bir ısı yaydığı tespit edildi.
Bilgisayar, yapay zekâ, robotlar, nano teknoloji, enerji ve uzay alanlarındaki yeni teknolojiler, askerlik alanında da çığır açtı. Ancak teknolojideki müstakbel gelişmeler beraberinde bazı kaygıları da getirmektedir.
2007 yılındaki Rus devleti adına çalışan hacker grupları, Estonya’ya karşı tarihin ilk “siber savaşını” başlattı.
Yeni silahlar yeni savaş türleri...
Teknolojik gelişmeler orduların yeteneklerini arttırdı, klasik muharebe alanı satıhtan ziyade üçüncü boyut olan uzaya taşıdı. Mackinder’in ‘Kara Hakimiyet Teorisi’ yerine uzaya hükmeden dünya ay sistemine hükmeder kuramı hâkim olmaya başladı.
“Geleceğin Fiziği” adlı eserinde Kaku, “bir gün insansız hava araçlarının otonom olabileceğini ve kendi hedeflerini seçecekleri” endişesini belirtmektedir. Bir diğer endişesi de bu yüzyılın sonunda robotların insanlar kadar akıllı olacağı ve hatta daha akıllı kendi kopyasını yapabilecekleri, ileri düzeyde biyoloji eğitimi almış tek bir kişinin bile tüm bir ülkeyi dehşete düşürebileceğidir.
Irak savaşında çok şey değişti. Yükümlülerin yerini paralı askerler aldı, “Ateşle ulaşacağın yere birlik sokma”, “Ağ Merkezli Savaş”, “zafere giden yol bombardımandan geçer” anlayışı hâkim oldu.
Kırım’ın işgalinde, Suriye Savaşı ve Libya’da ‘Hibrit Savaşı’, ‘Vekâlet ‘Savaşları’ ile tanıştık. Strateji, taktik, doktrin yeniden gözden geçirildi.
Bu katmandan çıkartabileceğimiz ders; günümüzde savaşların, hedef ülkeyi etkisiz hale getirmek için nüfus, ekonomik, teknolojik özetle milli gücünü dikey kuşatmayla zayıflatmak; Arap Baharı, Kadife Devrimler gibi iç karışıklıklarla kendisine müzahir yönetimi işbaşına getirmek, bağımlı kılmak; sıcak çatışmaya dönüşmesi halinde de vekâlet savaşları ‘kayıpsız savaş’ şeklinde olacağını söyleyebiliriz.
Muharebeyi kazanıp savaşın kaybedilmesi, galip gelenin aslında mağluptan daha fazla zarar görmesi: Tarihte ilk kez Avrupa Devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında yer aldığı, 1853-1856 Kırım Harbi’nde Ruslara karşı savaştık. Ruslar yenildi. Kâğıt üzerinde galip göründüğümüz bu savaşta aslında çok şey kaybettik. Savaş nedeniyle Avrupa devletlerinden aldığımız borçları ödeyemediğimiz için Düyun-u Umumiye İdaresi kuruldu (1881). Tarihte ilk kez bir imparatorluk iflas ettiğini (6 Ekim 1875) gazete ilanlarıyla dünyaya duyurmuş oluyordu. Osmanlı İmparatorluğu iflas etti, ekonomik bağımsızlığı yitirdi.
93 Harbi olarak harp tarihine geçen 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’nde, Kafkas Cephesinde Zivin Muharebelerinde harikalar yaratan ve Gedikler zaferini kazanması üzerine Sultan II. Abdülhamit Han tarafından ‘Gazi’ unvanı ile taltif edilen Gazi Ahmet Muhtar Paşa,
Balkan Cephesinde Plevne’de destan yazdıran, “Çok üstün Rus ve Rumen kuvvetlerine karşı gösterdiği mukavemet ve kahramanlık dost, düşman bütün devletlerce takdir edilen, oğlunu bu muharebede şehit veren, kendisi de yaralanan Gazi Osman Paşa’nın harp tarihine geçen olağanüstü kahramanlıklarına rağmen savaşı kaybetmemiz bu kapsamda acı bir örnektir.
Osmanlı İmparatorluğunun, tarihte uğradığı yenilgilerin en büyüğü, sonuçları bakımından en ağırı olan 1912-1913 Balkan Savaşları sonucunda, ordu son derece zayıflamıştı. Orduda; alaylı, mektepli, halaskar zabitan (Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlısı silahlı örgüt mensupları) gibi farklı birbirlerini çekemeyen, siyasete bulaşmış subaylar bulunmaktaydı. Osmanlı Ordusunda komuta kademesinin büyük kısmı alaylı subaylardan oluşuyordu.
Balkan Harbini değerlendiren Tarihçi Cemal Kutay “siyaseti ordularına ve askerlerinin arasına sokup milletini ikiye bölen politik ihtiraslar olmuştur” demiştir.
- Dünya Savaşı sonrası Avrupa'nın ve dünyanın çehresi değişmişti. Avrupa'da kazanan yoktu, galip görünen Fransa da mağlup Almanya'dan daha fazla zarar görmüştü. Savaş sonu yapılan anlaşmalar savaşı engelleyecek, kalıcı barışı tesis edecek nitelikte değildi. Sınırların tespitinde milliyet, hakkaniyet ve hâkimiyet kuralları ve etik değerler dikkate alınmamıştı.
Bu katmanda; “Ben Clausewitz’i okudum, sizden öğrenecek bir şeyim yok” diyen Hitler’in hatasına düşmemek, meseleyi tüm boyutlarıyla değerlendiren karargâhı dinleyip doğru karar vermek; felaket getirecek olaylardan sakınmak ve orduyu zinhar siyasete bulaştırmamak; Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmamak gerektiği söylenebilir.
Uluslararası ilişkilerde hiçbir şeyin garantisinin olmaması: Norveç İlimler Akademisi’nin yaptığı bir incelemeye göre MÖ 3600 yılından bu yana barış içerisinde geçen 292 yıl hariç, 14 bin 531 savaş olmuş ve bu savaşlarda 3 milyar 640 milyon insan yaşamını yitirdi.
1947-1991 yıllarını kapsayan Soğuk Savaş döneminde bir dizi askeri olayın, potansiyel olarak III. Dünya Savaşı'nı tetikleme olasılığına oldukça yaklaştı.
Bunlar kronolojik sıraya göre; Kore Savaşı, Berlin ve Küba krizleridir.
Hafızalarımızı tazelersek:
Kore Savaşı
1951'de, Kore Yarımadası için karşı karşıya gelen iki koalisyon Kuzey Kore, Çin ve SSCB'nin oluşturduğu komünist koalisyon ve Güney Kore, ABD ve BM Komutanlığı'nı içeren kapitalist bir koalisyon çatıştı. Kore Savaşı için de 3. Dünya Savaşı'nın başlangıcı denildi.
1961 Berlin Krizi
ABD ve SSCB/Doğu Alman tank ve birliklerinin, hattın her iki tarafın 100 metre mesafede karşı karşıya geldiği bir gerginlik yaşandı. Kriz, silahlı kuvvetlerin Berlin'den çekilmesini talep eden bir ültimatomla başladı. Berlin Duvarı örülerek şehrin bölünmesiyle doruğa ulaştı, uzlaşmayla sona erdi.
1962 Küba Krizi
Küba topraklarında Rusların nükleer füze üssü tesis ettikleri, ABD U2 uçağı tarafından tespit edilmesi üzerine patlak veren krizde 27 Ekim1962'de, nükleer savaşın eşiğinden dönüldüğü gün olarak tarihe geçti. Kruşçev’in, “Madem onların Türkiye’de füzeleri var, neden bizim Küba’da olmayacakmış!” dediği gün, Küba’da Amerikan Casus uçağı düşürüldü. Amerika, Türkiye’nin NATO’ya üye olmasından sonra güvenlik anlaşmaları çerçevesinde, 1960’ta Türkiye’ye nükleer başlıklı 15 Jüpiter füzesi yerleştirmişti. Türk kamuoyu, ülkelerinde onlarca nükleer füze olduğunu yıllar sonra öğrenecekti.
- Dünya Savaşını tetikleyeceği söylenen Kore Savaşı beklendiği gibi olmadı. Dünyanın yüreğini ağzına getiren iki kriz savaşın eşiğinden dönerek aşıldı.
Çünkü;
-İki dünya savaşına katılmış, savaşın ne demek olduğunu çok iyi bilen liderlerin iş başındaydı,
-BM ve NATO yeni kurulmuştu, idealist ve ilkeli davrandı,
-İki kutuplu dünyanın sağladığı caydırıcılık baskın geldi.
Bu katmanda; Tek kutuplu dünyada hükümranlık haklarının daha kolay çiğnenir olması, barışı sağlamak için kurulan BM’nin beş daimi üyesinin dünyada en fazla silah satan ülkeler olması, NATO’nun kurul amacının değişmiş olmasına rağmen büyümeyi sürdürmesi, savaşın meşruluğu, savaşa girmeyi meşru kılacak biricik gerekçe, saldırıya uğramış olmak, yani egemenliğini korumakta başka çaresi kalmaması zorunluluğu ilkesinin çiğneniyor olması söylenebilir.
En büyük silah satıcıları: Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) son raporuna göre Orta Doğu’ya silah ihracatı yüzde 61 arttı. En büyük silah satıcıları; ABD ve Rusya. Bu iki ülkeyi sırasıyla Çin, Fransa, Almanya ve İngiltere izliyor. Birleşmiş Milletler'deki bu 6 ülke, küresel silah satışının yüzde 75'ini gerçekleştiriyor. BM Güvenlik Konseyi’ne bakarsanız, hepsinin nükleer silah sahibi olduğunu görürüz.
Bu katmanda şunu belirtebiliriz; bir kişi aynı anda; hem savcı hem hakim, hem sayman hem mal sorumlusu olamıyorsa, barışı korumakla görevli örgütün daimi temsilcileri de silah satıcısı olamamalıdır.
Liderlerin genel yapılarının değişmiş olması: MÖ 500’de yaşamış ünlü Çinli komutan, filozof ve askeri bilge Sun-Tzu ‘Savaş Sanatı’ adlı eserinde bir generalde kabul edilmez nitelikleri şu şekilde sıralamıştır:
Çabuk öfke : Kolayca tahrik edilir
Şan şöhret düşkünlüğü : İstismar edilebilir
Dikkatsizlik, umursamazlık : İmhaya,
Maiyetine güvenmeme : Devamlı huzursuzluğa,
Korkaklık : Teslim olmaya sebep olur.
Napolyon, liderin önemini belirtmek için; “Galya’yı fetheden Roma Lejyonları değil Sezar, Roma’yi titreten Kartacalı askerler değil Anibal, Hindistan’a varan Makedon Birlikleri değil İskender, Prusya’yı yedi yıl Avrupa’nın en büyük güçlerine karşı savunan Prusya Askerleri değil B. Frederik’tir” demiştir.
Liderlik; olanı görme, olması gerekeni kestirme, insanların, planları ve kararlarını eyleme dönüştürmelerini sağlama, etkileme ve ikna etme sanatı, bilimidir.
General Fahri Belen (20. yüzyılda Osmanlı Devleti), “Enver Paşa, kişisel ahlakı örnek denilecek kadar temiz, cesaretli, karar vermek ve onu uygulamak niteliği yüksekti. Bir komutan için bu nitelikler büyük bir değer ifade ederler. Ancak onun noksan tarafları da vardı. Yüksek bir stratej değildi. Almanya'nın yenilmesi mümkün sanılmayan ordusunu ve dünyaya üstün olan sanyiini görmüş ve hayran olmuştu. Dünyadaki sosyal ve siyasal değişmelere nüfuz edememişti. Onun en zayıf tarafı kaderciliğiydi. Başındaki saçta küçük bir beyazlık vardı. Bu beyazlığı onun cihangir olacağına işaret saydılar ve kendisi de buna inandı” demiştir.
Kitabım (Liderlik-1 Payda Yayınları) için “Liderlerin Yaş Analiz Tablosu”nu hazırlarken icraatıyla fark yaratan, varlığıyla ün yapıp ilklere imza atan 38 lideri incelemeye aldım. Onları üne kavuşturan icraatlarını 40-50’li yaşlarda yaptıklarını, cesaret ve tecrübe eğrilerinin 50 yaşında kesiştiği tespit ettim.
Enver Bey 18 Aralık 1913'te albay, 19 gün sonra tuğgeneralliğe yükseltilip, 33 yaşında Harbiye Nazırı oldu. Vatan sevgisi, görev şuuru ve de cesareti yüksek biri olmasına rağmen yıllarca Harp Akademisi’nde harp tarihi hocalığı yapan General Fahri Belen’in belirttiği hususlardan dolayı tüm kazanımları heba etmiştir. Kendisi gibi düşünmeyen çetin kışı atlattıktan ve lojistik desteği güçlü kıldıktan sonra baharda harekâtı başlatmayı öneren iki kolordu komutanını görevden almış ve kurmay Albay Hafız Hakkı’yı Orgeneralliğe terfi ettirip ordu komutanlığına getirmiştir. Sonuçta binlerce asker Allahuekber Dağlarında donarak şehit olmuştur.
ABD’li Yazar Worsley Gibon, (Geçmişte ve 21.Yüzyılda Savaşlar Strateji ve Stratejler) “Savaş konusunda yazılmış bütün kitaplarda, politikacıların savaş alanlarındaki komutanlara müdahale etmelerinin sonucu felaket olduğu yazılıdır. Ama buna karşın politikacılar hala kendilerini doğuştan strateji uzmanı olarak görürler. Her şeyi kendilerinin bildiğine inanırlar veya aynı şeyi tekrar tekrar yaparlar” diyerek sanki Hitler ve onun gibileri tanımlamıştır.
Bilgi çağı, liderlerin geçmişte olduğundan çok daha karmaşık bilgi ve beceri sahibi olmalarını gerekli kıldı. Ufkun ötesi akıl ile görülür. Ufkun ötesini doğru bir şekilde görmek, “Proaktif” yaklaşımla mümkün olabilir. Proaktif yaklaşım sorunu daha görünür hale gelmeden ortadan kaldırır. Diğer bir ifadeyle olayları etki-tepki prensibine göre gidermeye çalışma değil, olaylarda ön almak ve olayların yönlendirmemize göre cereyan etmesini sağlayabilmektir.
Bu katmanda; sonuçları değiştirenin lider olduğu, yöneticilerin erdeminin bilgelik olduğu, bilgi çağının çok iyi eğitilmiş ve kültürel donanıma ve stratejik vizyona sahip liderlere olan ihtiyacı arttırdığını ve lider seçiminin hayati öneme haiz olduğunu söyleyebiliriz.
Nükleer silah kullanılır mı?
“Üçüncü Dünya Savaşı çıkar mı, Ukrayna Savaşı’nda nükleer silah kullanılır mı?” sorunun cevabına geçmeden iki hatırlatma yapmak ufkumuzu biraz daha açacaktır.
“Savaşın Geleceği” ve “Gelecek 100 Yıl” kitabının yazarı George Friedman;
-Nükleer silahların caydırıcılıklarını kaybetmesi nedeniyle nükleer savaş tehdidinin sona erdiğini,
-Tankların, jetlerin, uçak gemilerinin devrinin kapandığını, gelecekte hantal ve pahalı silahların yerini ucuz, esnek manevra yeteneği yüksek silahların alacağını,
-Geleceğin savaş alanının uzay olacağını,
-Savaşın çehresinin tamamen değişeceğini,
-Rusya ile daha şiddetli yeni bir soğuk savaş döneminin yaşanacağı ifade etmektedir.
İkinci hatırlatmam da 1949 yılında, Gazeteci Alfred Werner tarafından Üçüncü Dünya Savaşı'nın hangi silahlarla savaşılabileceğine sorduğunda Einstein'in verdiği cevaptır:
“
3. Dünya Savaşı'nda hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4. Dünya Savaşı'nda taş ve sopalar olacağını biliyorum."
- Dünya Savaşı'nın insanlığı Taş Devri'ne geri döndürecek kadar korkunç olacağı söylenebilir. 3. Dünya Savaşı, gelecekte nükleer silahların kullanılması sonucunda gerçekleşeceği düşünülen bir dünya savaşıdır.
Geride bıraktığımız 46 yıllık ‘Soğuk Savaş Dönemi’ ve halen sürdürdüğümüz ‘Tek kutuplu Dünya Dönemi’nde geçen 31 yıllık sürede gergin anlar yaşanmasına rağmen birbiriyle bağıntılı her iki felaket de olmadı. Bunda caydırıcılığın çok önemli payı vardır.
Gerek soğuk savaş gerek ülkelerin hükümranlık haklarının daha kolay ihlal edilebildiği tek kutuplu dünyada yukarıda bahsi geçen savaşlarda milyonlarca insan yaşamını yitirdi. Büyük göçler oldu. Buradaki hassasiyet, ‘artık kararların ülkelerin meclisinden ziyade patronların ofisinde alınıyor’ olmasıdır. Bir diğer düşündürücü husus da BM’nin daimi temsilcilerinin dünyada en çok silah satan ülkeler oluşudur. Savaşlar bitmiyor çünkü savaş alanında makinalı tüfekten çıkan mermiler masum insanları öldürürken, boş kovanlar altın olarak geride oturan melon şapkalı silah tüccarının kucağına dökülüyor. Rusya’ya karşı ilan ettikleri yaptırımlar bile (Almanya ve bazı ülkeler büyük bir Rus bankasını SWIFT’ten çıkarmamaları. Rus gazı ve petrolüne de büyük paralar ödemeyi sürdürmeleri) doğru dürüst uygulayamıyor. Çünkü patronlar paralarının derdindeler.
Bu çelişkiler giderilmedikçe, barışı korumakla yükümlü örgütler tarafsız olmadıkça, denge sağlanmadıkça savaş her zaman kapıdadır, daha nice ölüler, nice göçler olacaktır!
Sonuçta, 3. Dünya Savaşı ve nükleer silah kullanımı her iki olasılıkta da zayıf görünüyor.
Ancak 1720’de Marsilya salgını,1820’de Kolera pandemisi, 1920’de İspanyol gribi ve 2020’de korona salgını milyonlarca insanın ölümüne neden oldu ve yine
2003’te Sars; 2012’de Mers; 2013’te Ebola; 2020’de Covid gibi ortalama 4 yılda bir peydahlanan menşei bilinmeyen küresel virüs salgınları tüm dünyayı tedirgin etmektedir.
Covid-19 haberleri başlangıçta “
3. Dünya Savaşı; Biyolojik Savaş; Dijital Yaşama Geçiş Provası” başlıkları altında verildi.
Şu ana kadar dünya çapında 6 milyondan fazla insanın ölümüne neden olan bir başka ‘3. Dünya Savaşı’ olan Covid ile boğuşuyoruz. İnsanlar üzerinde yarattığı travmanın 2. Dünya Savaşı’nın yarattığından daha fazla olduğu uzmanlar tarafından ifade edilmektedir. Biyolojik savaş daha fazla kayıp ve acı veriyor, bunu gözden kaçırmamalıyız. Tüm bunlar ortada dururken bir başka 3. Dünya Savaşı ve nükleer savaşı beklemiyoruz. En önemlisi asla istemiyoruz.
Kafkas kamalarının üzerinde iki pozisyonlu iki ucu sivri bir çentik vardır. Kişi kamayı kullanmadan önce çentiği dikey duruma getirilir. Bu pozisyonda kabzayı kavradığı zaman çentiğin sivri uçları avucuna batar ve irkilir, “bu kadarı benim canımı yakarken kocaman kama….” diyerek eylemden vazgeçer.
Sonuçta, liderlerin en önemli niteliklerinden biri
“felaket getirecek olaylardan sakınmasıdır”. Bunu sağlayabilmek için;
-Kafkas Kaması yerine geçecek Soğuk Savaş döneminde Kremlin ile Pentagon arasında doğrudan iletişime izin veren acil durum hattı "kırmızı telefona" işlerlik kazandırılması,
-Büyümede, dinazorların büyüyüp büyüyüp neslinin yok olması, çalışkanlığıyla namlı aslını muhafaza eden karıncanın neslinin devam etmesi yaklaşımının dikkate alınması,
-Atatürk’ün “Zorlayıcı sebep olmadıkça savaş bir cinayettir” ve “yurtta barış, dünyada barış” ilkesinin rehber edinilmesi,
-Önceliğin ve gayretlerin NASA Raporuna göre en büyük tehlike olarak nitelendirilen ‘
küresel ısınma ve beraberinde getirdiği iklim değişikliği,’ insanların sağlık ve refahına yöneltilmesi temennisiyle…