“Efendilikten Kiracıya: Köyden Kente, Kentten Köye Gidiş-Geliş Bileti”
Bir zamanlar "Köylü milletin efendisidir" demişti Atatürk. Ne güzel demişti. O zamanlar efendi dediğin sabah horozla uyanır, çarığıyla tarlaya gider, gece yıldızlarla uyurdu. Şimdi efendi dediğin, plazada asansör kuyruğunda bekliyor, akşam trafikte yıldız sayıyor.
Biz çok mu hızlı şehirleştik?
Yok, biz şehirleşmedik, "şehirlendik". Plansız büyüdük, şehir olmak için çabalarken mahalle olmayı unuttuk. Önce köylüler şehre aktı. Apartmanlara sığamadı ama yine de damda domates yetiştirdi, balkona çamaşır ipini kurdu, asansörde komşuya “tarlaya mı gidiyon?” diye sordu.
Ama sonra ne olduysa oldu. Şehirli, “bir huzur bulamadım bu kentin gürültüsünde” diye köye kaçtı.
İnterneti çeken dağ evi, verandasında kahvesiyle story atan şehirli, o eski efendinin torunu değil artık—o, “organik yumurta 10 TL pahalı ama olsun köylü kazansın” diyen yeni köylü!
Köylü ne yaptı?
O da kente geldi, ama hâlâ sabah 5’te kalkıyor. Eskiden buğday ekerdi, şimdi metroya yetişiyor. Eskiden "inek sağıyorum" derdi, şimdi "AVM'de sabah vardiyasındayım" diyor.
Köylü şehirlendi, şehirli köylendi, ama kimse tam olarak mutlu olamadı. Çünkü mesele coğrafya değil; mesele kafa yapısı.
Köylüyü köylü yapan inek değil, komşusuna “gel bi ayran iç” demesiydi. Şehirliliği şehirli yapan gökdelen değil, apartman toplantısında “ben alt kata çocukla koşmayın dedim!” diye söylenmesiydi.
Eskiden köyden kente göç vardı. Şimdi hem şehirde yaşayıp köy özlemi çekenler var, hem köyde yaşayıp kargo bekleyenler...
Efendi mi? O artık internet çekmeyen bölgede yaşayan, elektrik gidince sobayı hâlâ yakabilen kişi.
Gerisi sosyal medya kutucuklarında “storylik”(hikaye) hayat işte.