Kaynak: Cumhuriyet'in Binaları - Doğan Tekeli[/caption]
Malumunuz 10 Kasım’da Cumhurbaşkanımızın teşrifi ile Atatürk Kültür Merkezi’miz yeniden açıldı. "Muhteşem kırmızı küre”si ile proje, haklı olarak çok takdir edildi.
Ama ben ve benim gibi hafızası fotojenik bazılarımız kendimizi “Bu işte bir tuhaflık var?” demekten alıkoyamadık belli ki; takdiri biraz erteledik.
İlk adı İstanbul Kültür Sarayı olan ve opera binası fonksiyonuyla tasarlanan Atatürk Kültür Merkezi’nin temeli 29 Ekim 1946’da atılmıştır. 10 bakan ve 23 yıl deviren proje 12 Nisan 1969’da (bazı bölümleri tamamlanmış olarak) açılabilmiştir. Feridun Kip, Ruknettin Günay, Fatin Bey ilk aşamada; Dr. Hayati Tabanlıoğlu ise ikinci ve üçüncü aşamalarda projenin mimarlığını üstlenmişlerdir.
Daha “Bismillah”ı üzerindeyken bir de yangın patlak vermiştir, 1970’de... Hayati Bey, yangından zarar gören kısımlar için yeniden iş başına geçmiştir.
Her dönem olduğu gibi ertelemeler ve süre aşımları sonrasında Ekim 1978’de, artık resmen “Atatürk Kültür Merkezi” adı ile yeniden halkla buluşmuştur yapı...
Uzunca yıllar görkemini koruyan eser, İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu tarafından 1 Kasım 1999’da, 1. Derece Kentsel SİT Alanı”nın parçası, “1. Grup Tescilli Kültür Varlığı” olarak onaylanmış, yapısal anlamda koruma altına alınmıştır.
Gel zaman git zaman, 2008 baharında, son oyun da sergilendikten sonra Atatürk Kültür Merkezi’nin kapıları kapatılmıştır.
Yıkıldı, yıkılacak, aslına uygun olarak tadil edilecek, restorasyon yapılacak denerek, akıbeti uzun süre muallak bırakıldı. Her zaman olduğu gibi siyasi bir malzemeydi çünkü...Cânım kültür merkezi kapandıktan sonra Gezi Direnişi’nin röper noktası da oldu, karakol da oldu, reklam panosu da...
Bütün bu karmaşanın ortasında Dr. Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu mimar Murat Tabanlıoğlu’nun projenin yenilenme sürecini üstlendiği fısıltısı da kulaktan kulağa yayılıyor ve duvarların ardındaki hareket yapının içerisinde bir şeyler değiştiğini gösteriyordu.
Ve nihayet perde kalktı, ışıklar yandı, kalabalık hazır...
Aaa bi’ baktık, cephe aslına oldukça yakın; korkulduğu gibi büyük bir değişim yok ortada. Tabii, yapı 1999’da koruma altına alındığı ve Mimarlar Odası atağa hazır olduğu için cephe değiştirilememiş; içerideyse kocaman bir kırmızı küre, adeta alev alev yanıyor.
Tam tebessümle “Muazzam” diyecektim ki, iç sesim “Ben bunu bir yerde gördüm.” deyiverdi. Elbette arama motoru kazan, ben kepçe; aradım aradım, sonunda buldum.
TİANJİN BİNHAİ KÜTÜPHANESİ..!
Çin’in Tianjin şehrindeki Binhai Kültür Merkezi’nin parçalarından biri olan kütüphanenin ortasında da aynı bizim kültür merkezinin küresinden bir tane var. İkisinin de kültür merkezi olması; iki kürede de sahne ve izleyici fonksiyonu bulunması; ikisinde de temiz, dikdörtgen cam cepheden büyük küre görünmesi; kürelerin etrafındaki amorf formlar...
Durum tatsız olsa da hemen hayal kırıklığına uğramamak için iki projenin yapım yılını incelemek gerekti. Ne yazık ki her ikisi için de sadece 2017 yazılmış; açık tarih bilgisi verilmemişti.
Profesyonel tecrübeme dayalı içgüdülerim, Atatürk Kültür Merkezi’nin korumaya alınan orijinal projesi yıllar öncesine dayansa da, 2017 yılında yapılan revizyonda biraz esinlenme olduğunu söylüyordu.
İki yapının mimari projelerini ve satır aralarını detaylıca araştırdığımda “Kitap Dağı” olarak tanımlanan kütüphane planlarındaki amorf formlu kitap raflarıyla katların ve bunlarla ilişkili “oditoryum” işlevi yüklenmiş kürenin ardındaki temanın, Arjantinli yazar ve kütüphaneci Jorge Luis Borges (1899-1986) tarafından yazılmış “Babil Kütüphanesi” kitabının illüstrasyonlarıyla ilişkili olduğunu gözlemledim.
Özellikle kitabın konusu ile kütüphane ortasında resmedilmiş küre illüstrasyonuna ( sanatçı Érik Desmazières) bakarak, Çin’deki projedeki yapı-küre ilişkisinin bir felsefesi olduğu kanaatine vardım. Kaldı ki kütüphane projesindeki ahenk de hislerimi doğrular nitelikteydi..
Oysa Murat Tabanlıoğlu’nun küresi ve onun etrafında gezinen amorf korkuluklarla merdivenler, yapının kütlesi ile iç tasarım ilişkisi daha mekanik, daha mesafeliydi.
Üstelik ne araştırmalarımda ne de kendi içimde atıf yapacak bir hikaye bulamadım.
İntihal sınırına yaklaşmadığı aşikar ama farklı ülkelerde aynı rüyanın istiaresine yatıldığına inanmak da güç...
Olaylı mazisi göz önünde tutulduğunda, Atatürk Kültür Merkezi’nin omuzlarına böylesi bir muamma eklenmese şaşırtıcı olurdu zaten.
Bunlar da ilginizi çekebilir