Gündem sancıların en ağrılısı “barınma” sorunuyla gençlerin zorlandığı ve sürüklendiği yurtlar, yakıcı sonuçlarıyla sarsılıyor.. Çocukluğumuzdan beri birçok yazar; roman ve öykülerinde İnsanın çaresizliğini, yoksulluğunu anlatır ve insanın hayat karşısında nasıl yenik düştüğünü.. Bir çoğu eski zaman hikâyeleri olsa da, insanın varoluş trajedisine verilmiş bir karşılık olarak, anlam yepyenidir. Aklıma gelen, henüz 1946’lı yıllarda Yaşar Kemal’ in ilk hikayesi olan “Pis Hikaye” de bunlardan biridir.. Kırsal yaşamdaki ahlak anlayışının ve cemaatlerle hâkimiyet ilişkilerinin, namus penceresinden işlediğini gösteren bu hikâyede; Kapitalizm ile feodal düzen içindeki bir köyde, bireysel ve toplumsal pisliğin yok edilme çabasının aslında, düzeni devam ettirme yönünde bir hareket olduğu görülür.. Çukurova’da geçen hikayede; fakir köylerin, kadın ve cinselliğe bakışları, dönemin sert ve trajik gerçekliğini anlatır.. O günden bugüne ne değişti? Gelişen neler? Sosyal-toplumsal, psikolojik-politik bağlamda bireysel durumları ne kadar irdeliyoruz? Kendi pisliğini içinde taşıyan saflık, bundan arınacağı zaman parçalanacağına inanan bireyler ve oluşturduğu topluluklar.. Yok edilmesi gereken kire dönüşme gerçeğiyle içinde sıkışmış kitleler.. Yıllarca, doğru ve yanlışın ne olduğunu bilemeden arada sıkışan, öğrenmek istediği zaman da öğrenemeden cahil bırakılan halk, birçok şeyi yanlış yaptı. Tıpkı hikayedeki gibi; arkadan konuştu, iftira attı, hak yedi.. Ama, ne yaptıysa doğruymuş gibi, okumadan, öğrenmeden, araştırmadan, istese bile cahil bırakılışından yaptı.. Ortaya “pis” çok hikayeler çıktı, çıkmaya da devam ediyor.. En acısı ise; kimse cahil bırakılmışlık gerçeğini görmüyor, kabullenmiyor. Suçu herkes bir başkasında arıyor.. Zira kabul edilirse, bunun kendi içlerinde taşıdığı ve farkında olmadan büyüyen bir kir olduğunu.. Ve bundan arınmak istendiğinde bu arılığın, bu yapılarla birlikte kendilerinin de yok edilmesini gerektireceğini de kabul etmiş olunacağı.. Hikâyede ana karakterler; tek bir kızı olan Hürüce kadın, kardeşi Fas Osman’dır. Hürüce cemaatte söz söyleme, tehdit yaratma ve saygı görme özelliklerini kazanmıştır. Parayla kardeşine hediye kadın almıştır. Aldığı kadının başına gelen kötü olaylardan kadını savunarak köylüyü tehdit etmesi, öyle feminist bir tepki için değil sadece para içindir. Saydığı paranın “halel” değil, “helal” yerine geçmesi için köylülerin kirliliği karşında öfkeyle durur. Zira; hediye aldığı kadın için kendi saydığı paranın başkasının zimmetine geçtiğini öğrendiğinde, korkuyla bezenmiş bir öfkeye girmiş, kendi hükümranlığı için hareket etmiştir.. Kardeşi Osman; iletişim sıkıntısı olan, köylülerce alaya alınan ama yine de saflığından bir şey yitirmeyen bir adamdır.. Köylüden karısı ile ilgili dedikoduları ha duya duysun, söylemi hiç değişmeyen aynılıkta kalır. “Ben ne bileyim ben!” Hiç bir zaman hayatı hakkında kendi karar veremeyen saf bir ergenlikte kalan Osman, ne olup biterse ablasına danışma ihtiyacından kurtulamaz. Somut olan durumlarda da dolanıp durur ve çareyi kendi içine dönmede bulur.. Ama dışarda her şeyin aynı şekilde sürdüğünü gördükçe mutsuzlukla, yine “Ben ne bileyim ben?" der.. “Pis Hikaye” gerçekten de pis bir hikayedir.. Bugün tüm olumsuz olaylarla karşılaşılsa bile canhıraş savunulan, sağlıksız yurtlar, topluluk vb. yapıların kaygısı tam da bundandır. Zira kirliliği yıkmak, rutini de bozar.. İşte son yurt olayı cahil kalınışın ortaya çıkardığı, gençleri ve geleceklerini tehdit eden ciddi bir sorundur.. Ne mi yapılmalı? Konu ister yukarıdaki hikâyede anlatıldığı gibi; toplumun kadın ve kadına bakışı olsun, ister yurt ve barınma sorunsalının yol açtıkları olsun Türkiye’nin tarihindeki “pis hikayeler" ve bu hikayelerin izdüşümleri üzerine kolektif düşünerek, çözümcü yaklaşımları bir an evvel üretmeli.. Sosyal demokrasinin kurulması için çaba harcanmalı.. Gerçeklere; görüp, duyup, bildiğimiz halde, “Ben ne bileyim, ben” diyemeyiz.. Çünkü hepimiz, genç bireylere “Pis Hikaye”lerden arındırılmış” bir gelecek borçluyuz..