Çoğu Anadolu çocuğu gibi bizim de yaz tatillerimiz babaanne ve anneannemizin evinde geçmiştir. Dayımın oğlu ile ikiz gibi yapışık olduğumuzdan; iki çocuğun ceremesini rahmetli anneannem çekti. Denizli’deki ev caminin karşısında; haliyle anneannem çareyi bizi Kur’an kursu ile tımar etmekte bulmuştu.
Yazdan yaza gittiğimiz için Kur’an okumuyor; sure, abdest, namaz öğreniyorduk.
Ama Denizlili çocuklar çoktan “Yasin”i bile ezberlemişlerdi; biz iki Dalton anca İhlas, Felak, Nas, Fatiha...
Ben solağım; caminin hocası kürsüdeki kitabı sol elimle çeviriyorum diye çok kızardı.
Yaz sıcağında anneannemin başıma taktığı tülbent ve emanet namaz eteği yere sürünüyor; erkekler rahatken kızlar böyle, üstüne sürekli başıma bela olan sol elim...
Küstüm...
✱✱✱
Orta iki sonunda bir fırsat oluştu ve tek başıma Avustralya’ya gittim.
Topraklarımızda savaşmış atalarına rağmen Türkiye’yi tanımayan, Türkler’in deveye bindiğini, çarşaf giydiğini sanan, 13 bin nüfuslu bir kız okulunda “Barbar Türk" ve develi Müslümandım. Okul katolik olduğundan her Salı sınıfça kampüsteki şapele gidilir ve rahibelerin gözetiminde İncil okunurdu.
Rahibeleri görünce, Kur’an kursu hocasını hatırladım; kızardı ama iyi insandı.
Bunlar gudubet, kaknem; öksürsek, senkronu bozsak cezaya bırakırlardı ki benim cezada rezervasyonum bakiydi.
İlk zamanlar tepki vermeye cesaretim yoktu tabii; ama biraz palazlanınca iş değişti.
Bir Salı şapele giderken kolumun altına banyo havlumu da aldım.
Tüm kızlar sıralara oturdu; ben dikkat çekmeden arkada havluyu yere serdim.
Ne zaman ki İncil satırlarını koro halinde İngilizce okumaya başladılar, ben de bağırarak “Allahu Ekber” dedim ve başladım namaz kılmaya.
N’olacak; baş rahibe anında tepeme dikildi.
13 yaşımdayım; ülkeme, aileme 16 saat uzaktayım; bir yandan ödüm patlıyor, diğer yandan dokunsun da kavga çıkarayım diye can atıyorum.
Tevafuk...
Çocukken Kur’an kursuna küsen ben, gavurda hem milli hem alim kesilmiştim.
Derken baş rahibe namazın ortasında kolumu tuttu ve kıyamet koptu.
Yönetimle bir takım toplantılar sonunda Hristiyan olmayan öğrencilerin şapel zorunluluğu kalktı. Yahudiler, Hindular, azınlıklar ve elbette Müslümanlar bayram havasında...
Lakin “Barbar Türk”, dönene kadar, Müslümanlar arasında bile “barbar” kaldı.
Orada yaranamadık ama dönüşte inanç ve ideolojiler anlamında mütevazi bir bakış açısı geliştirmeye ahdettim.
✱✱✱
Hala da öğrenmeye devam ediyorum ve anladım ki:
Temelde insan ve çokça nefis var; ticarette de siyasette de inançta da...
Her yerde, farklı dillerin zikrettiği ama acısı aynı tadı veren, benzer sitemler ve şikayetler var...
Buna rağmen ister alnı secdeli olsun ister secdesiz, ister direksiyonu sağdan tutsun ister soldan; ortak acıları sahiplenip dile getirenler, yüzleşilmekten korkulan gerçekleri söylemeye cesaret edenler hep suçlu, hep barbar, hep hain...
✱✱✱
Olsun; ben yine de hiç tanımasam ve ayrı cenahlarda olsak da; sözleri dilimde aynı kekre tadı bırakan birinin satırlarıyla sonlandıracağım yazımı:
“ZENGİNE MASALLAR , FAKİRE GERÇEKLER
Kaf Dağı, Zümrüd-ü Anka, bıldırcın eti, kudret helvası, zümrüt ve zebercetten saraylar, Yusuf’un güzelliğinde şehzade, göz kamaştıran güzellikte padişah kızı.....
TEK DEVLET, TEK MİLLET..!
İşsizlik, geçim derdi, kira, taksit, elektrik faturası, ulaşım, ekmek kuyruğu, yağ kuyruğu TEK PATLICAN, TEK DOMATES..!”
21. Dönem Milletvekili Sayın Mustafa Niyazi Yanmaz “HAİN, TERÖRİST, MUHALEFET” olarak tanıtmış kendini yazısının sonunda; benim gibi..
....çektiğimiz çiledir bizi birbirimize yaklaştıran, o korkunç ümitsizlikler, büyük çaresizliklerdir. Acılarımızı yitirmeyelim. Ümit Yaşar Oğuzcan
Acılarımızı yitirmeyelim...
Bunlar da ilginizi çekebilir