Bilimi, ilmi, merkep belleyenlerin çoğunluğu altında, zikzaklı bir çizelgede durmuş zaman.. Durgun.. Böyle zamanlarda, bir durakta tatlı bir huzur almak istiyor insan. İstanbul’un Rum meyhaneleri kadar olmasa da, Ankara’da da  butik meyhaneler efsunidir. Arkadaşlarla bir nostalji durağına uğrayalım dedik.. Yürürken soluklandım. Yanımdaki bankta üç beş genç; bilmedikleri bir eksikliği, boşluğu doldurmak istercesine, geçmiş günlere hasretten konuşuyorlar.. 'Hızlı üretilip kullanılıp atılan ürünler gibi hayatımız' dedi biri.. Ben çocukken; cadde başlarında sokak çalgıcıları, tiyatro, sinema, kitap fuarlarındaki imza sıralarından bahsedilirdi bizim evde, dedi yanındaki.. Çok şey eksilmiş, dedi bir diğeri. Babamla GS’nin tüm deplasmanlarına giderdim, şimdi mümkün mü? Eski günleri geri getireceğini, bu yoksunluktan kurtulacağımızı bilsem, kökünden kazıyıp, her şeyin, her yerin yenisini inşa etmek isterdim, dedi diğeri.. Üzüldüm. Geleceği arzularıyla planlamaları gereken yaşta, geçmiş günlerin hasretine sürüklemişiz gençleri... Hani biz kuşakta var. Bir araya gelip de kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başlar, dikişleri attırır kanatırız... Öyledir; kimselere güven duymaz hallerimiz, hani açarsan yaranı kullanırlarsa tedirginliği, dert anlatmaktan korkmalarımız, içimizi tutmalarımız, sonra kederli bir akşama düşürdüğümüz üç beş rakıyla akıtırız bazen kalpten dudağa, dudaktan masaya... Çünkü; yaşanmış bir geçmişimiz vardır, o günlere hasretliktir bizi söyleten. Zira; insanı eksik bırakan şey hasretliktir... Peki ya bu gençler!! O geçmiş günleri yaşamadılar ki hasretlik çeksinler de, bir simli akşamda içlerini döksünler.. Diye geçirirken içimden.. Bir genç, gerçeklik dolu noktayı koydu. Borç borç borç... O kadar oku, sonra gel, işsiz, hiç liyakati olmayanların eline köle ol! Babasının ödeyemediği ofis kirasından, annesinin market borcuna kadar, gelecekleri dışında her şeyden konuştular... Birisi, öğretmenim atanamıyorum. Ağırıma gidiyor babadan harçlık almak, kuryelik yapıyorum. Hani bugün değilse, yarın diyor umut etmek istiyorum. Işık göremiyorum. Gitmek istiyorum. Para yok gidemiyorum... 20’li yaşların ortalarında çocukların bu sohbeti sadece; umutsuzluk, geleceği görememenin kaygısıyla dolu değildi. Yüzleri donuk, bakışlarda öfke, hırs vardı. Ama bolca ailelerinden duydukları zamanlara hasret vardı. Haksızlığa uğrayıp karşılık verememek, fenaydı!! Demek istedim onlara, haklısınız. Siz, ben, anne, babanız.. Ama.. Harcamaya kıyamadığımız dakikaların böyle akıp gitmesine izin vermeyin, mademki artık nesnel olan anı yaşamak, yaşayın. Diyemedim.. Ben yorgun, onlar durgun.. Kötü olan bu düzenin değişmeyeceğine inanıyor olmamdan belki.. Kaygıdan, endişeden bir seviye teslim olmak nedir unutmuş bu gençlere.. Ama siz yine de.. Geçer bu günler.. Hayat; mekânlar ve insanlarla örülü bir yaşam gurusudur. Keşfedin, diyemedim.. Oysa; ceplerinde kütüphanelerce kelimesi olan bu çocuklar zeki oldukları kadar da nüktedanlar... İşte bugün buradan.. Gelecekten umudu kesmiş, dönebilseler, geçmiş güzel günlere razı hale gelmiş gençlere... Demek istiyorum ki... Geçmişe hasreti değil, gelecek günleri arzulayın, coşkusunu hissedin.. Ne yaşarsanız yaşayın hayata bir tebessüm gönderin. Belki bizim değil ama, sizin hikayenizin neşeyle son bulması mümkün.. Biz yorgun olsak da, siz coşkuyla gülün...

Editör: Ömür Ünver