Merkez Bankası’nın eylül ayında yaptığı 100 baz puanlık politika faizi indiriminin ardından döviz kurlarında 9,30’lara kadar varan yükselişin temel nedeninin de bu indirim olduğunun yankıları sürüyor.

Ancak, ekonomi bilimi birçok etkenin bileşkesi olduğu için, hangi ekonomik kalemde ne zaman ve bunun diğer kalemlere etkisinin ne kadar olacağı her an değişim gösterebiliyor.

Nitekim Merkez Bankası’nın 23 Eylül tarihindeki 100 puanlık faiz indirimi sırasında dolar kuru 8,63’ler seviyesindeydi.

Bu tutar ekim ayının ilk haftasına kadar 8,90’lar ve altında seyretti.

Ta ki; 13 Ekim’de ABD’de enflasyon verilerinin açıklanması ve aynı günün akşamı Merkez Bankası’nda 3 para politikası kurulu (PPK) üyesinin görevden alınmasının konuşulmasına kadar...

ABD’de pandeminin en pik yaptığı aylarda yüzde 5,64 seviyesine çıkan enflasyon, daha sonra yüzde 5,63’lere gerilemişti. Ancak 13 ekim tarihinde, yeniden 5,64 seviyelere geldiği açıklandı.

Bu açıklama ve 3 PPK üyesinin görevden alınmasıyla birlikte Türkiye’de dolar kuru, 9,30’lara kadar yükselmeye başladı.

Şimdi gözler ABD Merkez Bankası FED’in 2 Kasım 2021 tarihinde yapacağı toplantıya çevrildi.

Bu toplantıda ABD’li ekonomistlerin enflasyonun yüzde 5,64 ile en yüksek seviyeyi yakalandığı düşüncesinin masaya yatırılarak sorgulanacağı görülüyor.

Merkez’de hava “bekle gör” yönlü

FED’in bu nedenle uzun süredir pas geçtiği faiz oranını 0,25 kadar artırması ihtimali var.

Böyle bir karar dolar kurunun bizim gibi kırılgan piyasalarda daha da yükselmesi sürecini başlatabilir.

Bizim merkez bankasının FED’in 2 Kasım tarihinde alacağı yeni kararları görmeye yönelik (bekle-gör) 21 Ekim toplantısında ‘pas geçme’ şeklinde bir düşünce içerisinde olduğu kulislerde konuşuluyor.

Eğer yeni bir gelişme olmazsa, PPK üyelerinin bu düşünce ile 21 Ekim Perşembe günü yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısına gireceği görülüyor.

Merkez üzerinde ‘Neo Fisher’ci Erdoğan baskısı

Merkez Bankası’nın üzerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Faiz enflasyonun sebebidir. Bu nedenle faiz indirilmelidir” yönünde bir baskısının olduğunu biliyoruz.

Erdoğan’ı bu görüşe neyin ya da kimlerin ikna ettiğine baktığımızda karşımıza ekonomi teorilerinin ilginç bir tartışmasının çıktığını görüyoruz.

Maliye Dergisi’nin Temmuz-Aralık 2020 dönemi sayısında “Enflasyon ve Faiz İlişkisi: OECD Ülkeleri Üzerine Panel Regresyon ve Nedensellik Analizleri” konulu İbrahim Halil Sugözü ve Sema Yaşar tarafından bir çalışma yayımlanmış.

Burada, enflasyon ve faiz oranı arasındaki ilişkinin ilk olarak 1930 yılında Irving Fisher tarafından incelendiğine ve söz konusu teori “Fisher hipotezi” olarak da adlandırıldığına dikkat çekiliyor.

Fisher’in, özellikle uzun dönemde nominal faiz oranlarının beklenen enflasyonla birebir hareket ettiğini ve reel faiz oranını etkilemediği tezini ortaya attığı anlatılıyor.

Ancak daha sonra yapılan bazı çalışmalarda Fisher hipotezinin aksine kısa dönemde nominal faiz oranından enflasyon oranına doğru nedenselliğin olduğu sonucuna ulaşılarak teori ile çelişkili bir durumun ortaya çıktığı belirtiliyor.

“Fisher paradoksu” da denilen bu yeni “Neo-Fisher” teorisine göre, uzun dönemde düşük nominal faiz oranı enflasyon beklentisini düşürürken mevcut enflasyonu da düşürüyor.

Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan Neo Fisher’cilerin teorisine göre Merkez Bankası’nı ‘faizi indir’ diye sıkıştırıyor.

Bu teoriye göre, nominal faiz oranının uzun dönemde yüksek tutulması ise enflasyonu yükseltiyor.

Buna göre, Merkez Bankası nominal faiz oranını kalıcı olarak artırmak için beklenti dışı bir şekilde hareket ederse, bu durum reel faiz oranının bu harekete bağlı olarak artmasına neden oluyor.

Nominal faiz oranı ile enflasyon arasında uzun dönemli ilişki olduğunu ileri süren Fisher hipotezini test etmek amacıyla dünyada birçok ülkede yapılan çalışmaların bir kısmında Fisher hipotezi destek görüyor. Ancak bir kısmında da incelenen dönemde, ilgili ülkede söz konusu hipotezin geçerli olmadığı yönünde sonuçlar elde ediliyor.

Mesela enflasyon ve faiz arasındaki ilişki konusunda bir çalışma Halil Tunalı ve Yeşim Erönal tarafından 2016 yılında Türkiye ekonomisi için yapılıyor. 2003 yılı ilk çeyreği ile 2014 yılı 2. çeyrek dönemi verileri ile yapılan çalışmada Neo Fisher hipotezinin Türkiye ekonomisinde uzun dönemde geçerli, ancak kısa dönemde geçerli olmadığını ortaya koymuş.

Neo-Fisher etkisinin Türkiye ekonomisi için test edildiği 2019 yılında yapılan bir başka çalışma da yapılıyor. 2002-2014 yılları ile 2020 yılında yapılan 2010-2019 yıllarını kapsayan her iki çalışmanın neticesinde ele alınan dönemler itibariyle Türkiye ekonomisinde Neo-Fisher etkisinin geçerli olduğu tespiti ortaya çıkıyor.

13 OECD ülkesinde faizdeki artışın enflasyonu artırdığı görüldü

Yine OECD ülkelerinin her birinde gelişmişlik sevilerine bağlı olarak faiz ve enflasyon oranlarının birbirini farklı etkilediği, her bir OECD ülkesinde enflasyon ve faiz oranları arasında uzun dönemli bir ilişki olduğunu görülmüş. Bazı ülkelerde Fisher hipotezinin geçerli olmadığı, bazılarında zayıf Fisher etkisinin geçerli olduğu, bir tanesinde ise tam Fisher etkisinin geçerli olduğunu ortaya çıkmış. Son olarak 13 OECD ülkesinde ise faiz oranlarında gerçekleşen bir artışın enflasyon oranlarında da artışa neden olduğu tespit edilmiş.

Çalışmanın sonuç bölümünde yapılan analiz her şeyi daha iyi özetliyor:

“Yapılan bu çalışmada enflasyon ve faiz ilişkisi arasında hem Fisher hem de Neo-Fisher yaklaşımlarının geçerli olduğu görülüyor. Her iki yaklaşımın da tek başına enflasyon ve faiz arasındaki nedensellik ilişkisini açıklamakta yetersiz oldukları tespit edilmiştir. Uygulanacak para politikaları bu bağlamda ele alınmalı ve her iki değişkenin birbirini aynı yönde etkilediği göz önünde tutularak ekonomik kararlar alınmalıdır. Başka bir deyişle ekonomik karar alıcılar tarafından her iki değişkenden birisi için alınacak herhangi bir karar zincirleme bir etki meydana getirebilecektir. Her ne kadar karşılıklı etkileşim meydana gelse de elde edilen bulgulardan anlaşılmaktadır ki; enflasyon faiz üzerinde aynı yönde güçlü bir etki meydana getirirken, faiz enflasyon üzerinde aynı derecede etkiye sahip değildir. Bundan dolayı faiz politikaları ile ilgili karar alınırken diğer ekonomik değişkenlerin de dikkate alınması gerekmektedir.”

Editör: Ömür Ünver