Turna kuşu Eylül olur havalanır. Bir kanadına sarı yaz bir kanadına Neşet takılır. Kırık yanından narin bir tüy takvimlere süzülür. Zaman sonsuzluğa boyanır.   Bir günden bir güne kendi gerçekliğinden yüksünmemiş. Ne olan biten yaşanmamış da sanki tammış gibi caka satmış ne de bir tarafı eksik diye ona buna minnet etmiş. Dününden ar etmemiş. Bir kez bile. Şimdisini, evham edip de çar çur etmemiş. Gelecek günlerin dün ve bugünden iyi olacağına olan inancını yitirmemiş. Eksik uzvuna rağmen. Ondaki yürek kimde var! Zamanın ona mecbur kıldığı bu sondan ve bu sonun onda açtığı yaradan hiç gocunmamış. Her sonun bir başlangıca gebe olduğuna, havalandığı gökten indiği yere kadar tüm evrenin bir değişime eş oluşuna ve zamanın her akıntısının bir şeye karşılık gelişine aklı kesmiş çünkü. Yarasız bir yaşam tahayyülüne de okkalı bir küfür savurmuş hem de. Ettiği küfrün kefaretini de her şeyin değerine değil de bedeline mukabil olduğu bir düzen kuranlara atmış. Varıp küfür yakalarına yapıştığından olacak, düzenekçiler kefarete el mecbur boyun eğmişler. Yumurtası çatlayıp da kafasını evrene daha ilk çıkardığında belliymiş bunun ne halt olacağı. Daha doğrusu bunda bir tuhaflık olduğu. Büyüdüğünde ilk bakışta leyleği anımsatan, uzun bacaklı ve incecik boynuyla sürüsünden ayırt edilemeyecek kadar anası ve kardeşlerinin aynısıymış aslında. Bunun benzersizliğiyse kavrayışındaymış bilakis. Yaşamı kavrayışında…Söz misal, saftirik kardeşleri, analarının kıçının altında tanıştıkları sıcaklık ve bir o kadar güven hissinin sarhoşluğunda salına dursun, bizim bu, yumurtanın dışında her şeyin böyle sürüp gitmeyeceğini daha baştan bilmiş. Berbat zamanların gelip çatacağını ve yaşamın bir yerlerinde en ağır bedellerin ödeneceğini kestirmiş. Bilenin çilesi, bilmeyenin neşesi derken alnına bir yerlerde dert mührünü vurmuşlar zaten. Kanadının birine takılan, kendisiyle beraber kanadını da alıp düşürecekmiş göç eyleme vaktinin birinde. Bu kez bir mevsimden bir mevsime de değilmiş bu göç üstelik. Kanadı ve kanadına takılan sonsuzluğa düşeceklermiş. Ama kopan tarafın acısı hiç geçmek bilmemiş. Kopana kadar çırptığı kanadına sahip olmanın gönenci hakeza.  Eksik tarafına, yaşamın bu, “varlığa bedel yokluk” çatışmasına yakışır alaca renkten bir kumaşı yama yapmış. Derdini taşımayı bilmeyip onunla rezil kepaze olan insan türüne emsal olurcasına noksan tarafına, gerçekliğinden utanmamayı dikmiş aslında. Adına yamalı turna deseler ne olurmuş ki sanki! Onun namı yürek sızısından umut devşirenler, boynu onuru için vurulanlar misali alıp yürüyecekmiş zaten. Vakitlerden bir geçip gitme vakti, bir kanadını da kendisiyle beraber götürecek olan, bir narince tüy üfleyecekmiş havalandığı yerden. Takvim, onun da ait olduğu binlerce göçmen kuş kabilesinin arzusunu yerine getirircesine sonsuzluğa boyanacakmış. Bütün mevsimlerin adı sarı yaz olacakmış o an itibariyle. Güneşin ufuktan hiç düşmediği sıcacık yaz olacakmış yeryüzünün bütün ülkelerinin adı. Elbette acı kaybından uğun uğun uğunmuş bizimki. Hatta feryadı nasıl yansıdıysa göğün altına artık, uğuntu diye laf uydurmuş konuşabilen türler. Ama acısını, her daim taze bir mutluluk suyuyla demlemesini de bilmiş. Lüzumundan fazla ısıtmamış deminin altını bir de. Ocağı tam tavındayken karartmasını bilmiş. Acıtmamış acısını. Mutluluğun da gönlünü almayı becermiş bir yandan. Bir distilasyon düzeneğini ustaca kurmuş hayatının orta yerine. Gören duyan bunu kanatlı bir hayvan değil de damıtma mahirliğinden sebep kimya profesörü sansa mübalağa etmezmiş. Damıtma konusunda ehil olmuş çıkmış. Damıtmış bu. Damıtmış. Damıtmış. Mutluluğu bir kenara, efkarı bir kenara ayırmış. Geçmiş ikisinin orta yerine. İlkin bir ondan içmiş bir ondan. Sonra ikisinden de bir katre alıp alaca kumaşa dökmüş. Derdiyle dermanını aynı anda ve aynı yerde simgeleyen o kendine has yamaya… İlk gençliğindeki gibi kanatlarını bir çırptığında göğü silkelercesine coşamayacak olsa da bundan gayrı, bu haline eyvallah çekebilmiş yine de. El sürebilmiş olan kanadıyla göğsüne. Tüm güzelliklere. Kırılan kanadının nasıl bir şeye değdiğini bir tek kendi bilse de olurmuş bundan böyle. Ama bedelmiş gibi duran şey onu kâdîr-i mutlak eyleyeceğinden kuş sürüleri içinde, ödül de olacakmış bir yandan. Delikanlılığı yaşına değil hakikaten kanına zerk ettiği için. Ve kabullenmiş gerçeği, kendi eksik gerçekliğinden başlayarak. Dedik ya, yoksuzluğu onu bezdirememiş. Havalanmasına mâni olamamış hiçbir türlü. Tek bir kanadıyla göğün ışığını aramaktan bezmemiş. Bir kere bile olsun. Yamalı tarafıyla kanadının, delmiş atmış kara kışın buladığı griliği. Delinen yerden karanlığı kanatıp aydınlığı sökün sökün akıtmış. Gün o gündür ki, her Eylül 25, bizim yamalı turnayı göçürür. Her Neşet türküsünde göğün rengi usul usul geri açılır.
Editör: Ömür Ünver