Özgüvenden gözü kör olmuş kötüler. Bu cümle kendi içerisinde bile tek bir olumlama barındırmıyor, düşünün ki etrafınızda bu tipleri barındırıyorsunuz. Bir grup insan var sık sık karşılaşmadığımız ama karşılaştığımızda da anlamadığımız ve bu grup o kadar tehlikeli ki gittikleri zaman arkalarında kalan enkaz zor toparlanıyor. Huysuz yapımdan dolayı çok yaklaşamayan insanları bir kenara bırakıyorum ve gerçekten her anında yanında olduğum yakın arkadaşlarımı sık sık dinliyorum. Başlarına gelen talihsizlikler ya da karşılarına çıkan talihsiz insanlar kabuğumu büyük oranda sertleştiren etken oldu biliyorum ama ne derseniz deyin bu dünya gerçekten iyi insanların hatırına dönmüyor tek sebebi momentum. Yirmi birinci yüz yılın ata sporu haline gelen sosyal medya üzerinden kinini kusma ve laf sokma ne zaman demode olacak inanın çok merak ediyorum. Gerçekten sıkıcı hayatlarımızı bu kadar önemli hale getirme konusunda endazeyi şaşırmış olduğumuzu düşünüyorum. Adamların anı biriktirip, fotoğraflarla paylaşım yapmak için oluşturdukları platformları nasıl görümcenizin aşırı doz kıskançlığına laf sokulacak bir yer olmasına karar verdiniz mesela? Hiç kimse olmayan insanların birileri gibi davranma çabası, evlerini, arabalarını sergileme kompleksleri ve görgüsüzlüğün zirve yaptığı bu döneme denk gelmek şanssızlık mı? Yoksa bu insanların arasında normal kalabildiğimiz için büyük bir ikram mı? Aynada sık sık yüzüme bakıyorum ve kendime soruyorum nasıl hala aynı kalabildin? Prototip, bol çabalı, meta haline gelmiş bir güzellik algısının içerisinde sen neden hala aynısın diyorum. Doktorların sosyal medya üzerindeki network marketingci tavırlarını gördükçe “Beni Türk Hekimlerine Emanet Ediniz.” diyen Atatürk’ün kemikleri sızlıyor, diye kendi kendime üzülüyorum. Normal bir diş çekimi bile Nusret’te et tuzlamaya dönüyor. Kıytırık bir ben aldırma operasyonu SEO çalışmalarının sonucunda Google parametrelerine göre bir konum alıyor. Eskiden doktorlar para kazanmıyor muydu mesela? Öylece hastaneye gidip diş çektirmek istediğimizde yorumlarına mı bakıyorduk? Ne oluyor ya, gerçekten ne oluyor? Neden bir sürekli en iyisiyim mesajı vererek yaşıyoruz? Bakın ben sağlıklı falan da yaşamak istemiyorum, lütfen gözüme sokmayın yumurtalı kahvaltıları ben sucuklu yumurta seviyorum. Yemeğe besin demiyorum. Verirseniz bir tepsi ıspanaklı böreği de acımadan götürürüm. Kilom benim mutlu olduğum rakama sabitlendi. Sabah kalkıp yaptığınız spor da zerre bizi ilgilendirmiyor. Bu işi gerçekten hayat tarzı olarak yaşan bir iki arkadaşım var birisi polis ve çok disiplindir, zaten meslek ahlakı gereği bedeni öyle olmalı ve gösterişten uzak tertemiz bir hayatı var biliyorum, görüyorum. Bir de işsizlikten fırsat kollayan ama konudan bir haber olup da etrafına akıl veren birkaç arkadaşım var. Zar zor denkleştirilen paralarla gelen insanların metabolizma hızını kestiremeden saçma sapan, bağışıklık katili diyet ve spor programları uygulayan şarlatan, sosyal medya fenomeni kılığında gezen, işsizler aslında. İşte bunlar özgüvenden gözü kör olmuş kötüler. Popüler kültür hangi yöne esiyorsa o yönde akan dereler. Ah bir de yukarı aksalar değil mi? Son yazılarımda gergin ve akıl veren bir ifadem olduğunun farkındayım ancak o kadar çok gözlem yaptım ki… Sosyal medyanın, World Wide Web’in altını üstüne getirdim. Pandeminin başında fırsatçıların kapımızı çalacağını çaktırmadan söylemiştim ya işte gördüğünüz gibi ikinci senesinde evimizin içine girecek kadar şaşırdılar. Hayatlarımız değişti, kimin değişmedi ki? Olumsuz yönde değişim geçiriyor olabilirsiniz ancak bunun çözümünü lütfen başka insanların size verdiği reçetelerde aramayın. Her insanın yaşam standardı farklıdır. Beş parmağın beşi bir değil. Bizler bilimsel bir projenin prototip ürünleri değiliz. Etiyle, kemiğiyle, canıyla, kanıyla farklı milyarlarca insanız ve koca evrende bir toz bulutundan farksızız. Kendi sınırlarımız içerisinde fikirlerimiz, görüntümüz ve kararlarımız evet çok önemli, kırgınlıklarımız, beklentilerimiz olabilir. Değişime açık olmamız kötü bir şey değil ancak bunları alacağımız yer sanal dünya değil lütfen bunu unutmayın. Gerçek dünya gökyüzüyle, sokaklarıyla, caddeleriyle her gün bambaşka bir fırsat sunuyor bunu unutmayın. Bir gece uykusuz geçebilir, bir gün içtiğiniz kahve zehir gibi gelebilir ama bir sonraki günün sürprizini beklemekten kaçmayın. Hayat beş inç ekranlarda başkalarına laf sokacak kadar sıkıcı bir döngü değil. Başkalarının doğrularını kendi yanlışlarınıza ışık tutacak kadar renksiz değil. İçimizdeki gerçek renkler ve o renklerin doğrudan geliştirdiği karakter örgümüzde yaşamaya odaklandığımız anda gökkuşağını içten hissedebildiğimiz bir süreç. Başkalarının renkleri sizin için yalnızca gıda boyası bunu aklınızdan çıkarmayın. Tehlikeli bir özgüven sarmalında boğulmadığınız, yaşamınızı keskin sınırlara hapsetmediğiniz her anın keyfini sürün. Belki de doğru sandıklarınız yanlışın ta kendisidir…  

Editör: Ömür Ünver