MIT Öğretim Üyesi Prof. Dr. Daron Acemoğlu, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı'nda yaptığı konuşmada Türkiye'nin toplam verimliliğine ve teknolojik gelişmedeki durumuna dikkati çekti.Prof. Dr. Acemoğlu, Türkiye'nin verimliğine değinerek, ülkenin çoğu dönemde büyüdüğünü, bazı zamanlarda da resesyonlardan geçtiğini anımsattı. Büyüme dışında bu büyümenin kalitesine bakıldığında Türkiye'nin probleminin çok daha iyi görülebildiğini dile getiren Acemoğlu, şu açıklamalarda bulundu: "ABD'ye yaptığım gibi toplam faktör verimliliğine bakıyorum. 1989'dan 1990'ların başına kadar negatif bir toplam faktör verimliliği. 1990'larda sıfır. 2002'den 2006'ya kadar, hem siyasi hem ekonomik reformların olduğu dönemde, sadece o dönemde çok hızlı bir toplam faktör verimliliği var. Hatta Amerika'nın ortalama en hızlı zamanlarından bile daha hızlı, yüzde 5. Bu gerçekten çok hızlı bir büyüme. Bu, Türkiye'nin potansiyelini gösteriyor. Türkiye'nin, doğru kurumları kurduğu zaman, insan kaynaklarına, teknolojiye, bilime ve özellikle insan haklarına tahakküme son veren adalete önem verdiği zaman çok hızlı büyümesi mümkün. Ama görüyorsunuz 2006'dan sonra politik siyasi ve ekonomik değişiklikler... Büyüme devam ediyor biraz ama toplam faktör verimliliği tamamen negatif. Kırmızı çizgi sıfırın altında."

Teknolojik kapasite

Acemoğlu, Türkiye'nin ihracatındaki teknolojiye bağlılık oranına değinerek, Türkiye'nin ortam ve yüksek teknoloji ağırlıklı ihracatının çok düşük olduğunu söyledi. Acemoğlu, konuşmasında teknolojik kapasiteye ilişkin şunları söyledi:"Türkiye’nin yaptığı ihracat ne kadar teknolojiye bağlı? Az çok aynı gelir düzeyinde olan birkaç ülkeye kıyasla Türkiye’nin teknolojik ağırlıklı olan ihracatları hepsinden daha düşük. 2006’dan sonra Türkiye’nin yüksek teknoloji ağırlıklı olan ihracat oranı düşmeye başlıyor. Yani başka ülkelerde olan Çin, Malezya, Meksika ile olan arayı kapatmak yerine daha da çok arttırıyoruz. Yani teknolojik gelişme yeterince hızlı gitmiyor hatta hiç gitmiyor."

‘Özgürlüğü yaratmak, dinamik yeni fikirler yaratmak bir süreçtir’

“Geleceği inşa etmek, geleceğin kurumlarının inşa edilmesinden ayrı düşünülemez. Şu anki konjonktürü vurgulamak istiyorum. Adalet nedir? Kurumların gelişmesi adil bir hale gelmeleriyle mümkündür. Bizim vurguladığımız bir şey var, adaleti bir tek yargı kurumlarıyla anlayamayız. Her toplumun içinde olan anlaşmazlıkları tarafsız adil bir şekilde çözümlemek çok önemli. Aynı zamanda toplumun sosyal ve siyasi olarak katılımı da çok önemli adalet için. Bu aşamada tahakküm tanımıma bakmak gerekir. Elinde sosyal güç olmadan başkasına bağlı olarak yaşamak. Siyaset ve ekonomik olarak eşitsiz bir ülkede yaşayanların çoğu da bunu yaşar. Adalet, tahakkümün ortadan kaldırılmasıyla mümkün olur. Peki tahakkümü nasıl ortadan kaldırabiliriz? Daha adil bir toplumu nasıl kurabiliriz? Kuvvetli bir lider, kuvvetli bir devlet ve anayasayla. Yüzlerce yıldır bu konu kitaplara konu olmuştur. Toplumun gücü devletin gücüdür. Devlet ile toplumun dengede olması gerekir. Ne toplum devlet kurumlarını ortadan kaldırabilecek kadar ne de devlet toplumu ezecek kadar güçlenmelidir. Özgürlüğü yaratmak, dinamik yeni fikirler yaratmak bir süreçtir. Bu süreç, 100 yıllık bir süreçtir. Bu dinamiği en iyi anlatan da tarihtir.
Siyasi özgürlük, fikir özgürlüğü, sosyal özgürlük, ekonomik özgürlük bunların hepsi çok önemli. Bugün globalleşen dünyada refahı tesis etmeden tahakkümün sona ermesi mümkün değil. Ekonomik olarak eşitsizliğin çok arttığı bir yerde güç dengesi birkaç insanın eline geçer. Diğerleri onlara mahkumdur. Şu anda Türkiye’de en önemli şirketlerin temsilcileriyle konuşuyorum, şirketlerin bunun için de çok önemi var. Şirketlerin de güçlerinin dengelenmesi lazım. Türkiye’de şirketler arasındaki dengeyi kurmamız gerekir.
Demokrasilerin, ülkelerin ekonomik anlamda büyümesine çok pozitif bir etkileri vardır. Diktatörlükler hiçbir zaman kendi başlarına gitmiyorlar. Ekonomik krizler, zorluklara rağmen demokrasilere katkılarda bulunuyorlar. 2000’lerde kaliteli büyüme söz konusuydu. Bu zamanlarda eşitsizlik de düşüyordu. Ancak kaliteli büyümenin, kurumsallaşmanın geri gittiği dönemlerde eşitsizliğin yine arttığını görüyoruz. Eşitsizlik sadece Avrupa ve ABD'nin değil, Türkiye'nin de problemi. Türkiye'deki eşitsizlik probleminin niteliği çok daha farklı. Biz sistemin iyi oturmadığı, rantlardan dolayı eşitsizliğin hızlandığı bir dönemden geçiyoruz. Bunların hepsinin de altında kurumların kötüleşmesinin rolü var.
Hangi kurumsal indekse bakarsanız, Türkiye’de son 15 sene içinde birçok gerileme var. Türkiye, özellikle son 5-6 sene içinde Mali'den sonra en çok kurumsal kötüleşmeyi geçiren ülke. Bunların içinde özellikle medya özgürlüğü ve ifade özgürlüğü var. Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü tarafından açıklanan 2021 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde Türkiye, 180 ülke içinde 153'üncü sırada yer almıştı.”
 
Editör: Ömür Ünver