Hormonlu bir düny da yaşıyoruz ya da yaşattırılmak isteniyoruz. Ailede, eğitimde, okulda, sırada, televizyonda, tarımda, iş yerinde, kıyafette, siyasette, komşulukta, arkadaşlıkta, cep telefonunda, sosyal medyada, kafede, metroda… Yani, popülizmi her yerde ve her “an”da yaşıyor ve yaşattırıyoruz. … Hormonlu dünyanın hormonlu ürünlerini, düşüncelerini, felsefelerini, yaşam tarzını tüketmeyi seviyoruz ve bunun için bir de acımasızca yarışıyoruz. Üretim için değil, tüketim için rekabet ediyoruz. Çılgınlığı üretimde değil, tüketimde arıyoruz. Tüketimi sadece ürünlerde değil, aynı oranda düşüncelerimizde, değerlerimizde, yaşamlarımızda, sevgilerimizde, hayallerimizde, hedeflerimizde, aşklarımızda, sözcüklerimizde gerçekleştiriyoruz. Biz nereye gidersek, yanımızda da popülizmi muhakkak götürüyor, çantamızda, cüzdanımızda, üstümüzde, ruhumuzda taşıyoruz. Niteliğe değil, niceliğe saygı duyuyoruz. Kendi gerçeklerimize değil, başkalarının gerçeklerine önem veriyoruz. Yaşamamız gerekene değil, yaşattırılmak istenene odaklanıyoruz. Kendimize değil, yaratılan “sanal kişiliklere” özeniyoruz. İç sesimize değil, dış seslere kulaklarımızı açıyoruz. Gönül dilimize değil, sistemin diline anlam yüklüyoruz. Bilgiye ve tevazuya değil, statüye ve güce değer veriyoruz. Kıyafetlerle insanları değerlendiriyor, parayla saygınlığı ölçüyoruz. Kısacası, hem duygularımızı hem de beynimizi hormonlu bir yaşama terk ediyoruz. Yani; Tüketiyoruz, tüketiyoruz, tüketiyoruz… Sanal bir dünya yaratıp, o sanal dünyada hikâyemizi yaşamaya devam ediyoruz. … Ve sonra… Yaşadığımız bu sanal dünyayı ne yazık ki çocuklarımıza da yaşatıyor, onlara en önce biz örnek oluyoruz. Hormonlu bakıyoruz. Hormonlu ilgi gösteriyoruz. Hormonlu seviyoruz. Hormonlu bilgi yüklüyoruz. Hormonlu besliyoruz. Hormonlu koruyoruz. Hormonlu oyuncaklar alıyoruz. Hormonlu giydiriyoruz. Hormonlu izliyoruz. Hormonlu eğitim aldırmaya çalışıyoruz. Hormonlu hayaller kurduruyoruz. Hormonlu hikâyeler anlatıyoruz. Hormonlu tüketiyor, hormonlu büyütüyor ve hormonlu hayallerle çocuklarımızın dünyasını oluşturuyoruz. … Sonuç; Sonrada hormonlu ilgi ve bilgiyle büyütülmüş çocuklardan organik yaşamalarını ve davranmalarını bekliyoruz. Acaba sorun hormonlu bakış açısında mı? Yoksa organik dünyada mı? Anne - babaların, öğretmenlerin, yetişkinlerin, “içselleştirip”, “normalleştirdiği” hormonlu yaşamı, çocukların “doğallaştırması” sizce kimin eseri? Bence şapkayı öne koyalım!

Editör: Ömür Ünver